Ağladım inan çok ağladım…
Düşün son duamı bile bir melekten borç aldım…
Belki bu yüzden nur sayılıyordur göz ya(ğı)şlarım…
Sen nereden bileceksin, ben cenazemi bile kendi ellerimle kaldırdım!
I-
yalnızlığın küf kokusu sinmiş bir mekânda
görünmez bir çığlığı bastıran zamanın
bukağısız esiriyim
lacivert gökyüzünde okyanus sezsizliği
bütün hücrelerim hasretine vurgun
sen yoksun!
Bu kitap için sadece bir şiir kitabı diyemem. Bu kitap büyük bir sihirbazlık gösterisi. Kelimelerin geldikleri ve gittikleri güzergahları tahmin etmek çok zor. Yazarın kalemi sihirli. Kitabın her sayfasında duyduğu hazzı tekrar tekrar yaşamak istiyor insan. Ve işin güzel tarafı bu kitap hiç bitmiyor. Her seferinde bu kadar güzel gelebilir herhangi bir şiir. Alıntı ile bitirmek istiyorum ama seçemiyorum, hangi cümleyi hangi dizeyi yazsam diğerine haksızlık olacak.
Yazarın ilk kitabı ve onu tanıdığım ilk kitap. Mutluyum hayatıma girdiği için.
“Çocukluğumdan kırpıp biriktirdiğim eksik gülüşler, şimdiki zamanın gür saçlarında saklanıyor annem! Ama ben çocukken de oynayamazdım ki saklambaç oyununu. Yüreğimin gurbetinde sobelenmeyi beklerken çaresiz yanım, ebesi hüzün olan kaçışlara yakalanıyor hep.
Ne vakit cümlelerimin kubbesinde huzuru topladım, o vakit yüklemsiz kaldı seferlerim. Hüznümün flamasını taşıyor gece, kendi heybetini destekler gibi! Çocukluğumun arka sokaklarından biriktirdiğim son kırıntıları da atlas okyanusunda bıraktığım martıların bana küs sesinde kaybettim. Gözlerinin pencerede asılı kalan buğusunu mu teslim ettin bana annem? Saçlarına yağan her beyaz, benim içimdeki coşkunun mezar taşıydı. Sen beyaz saçlarını alıp ölüme gittin, ben mezar taşımı alıp gurbete geldim. Şimdi o taşın tozunu alıyor içimdeki çocuk annem!
Yaşamın dar açılı kapısına asılan kirpiklerim yanıyor. Geceden kalma ağrının avlusunda, avurtları çökmüş bir gölgeyi yalıyor yalnızlığım. Kuş seslerinin bakirliğine, kınasına kan saran kırılmalar eşlik ederken; sabah dinginliğinin kanına giriyor endişe dikenleri. Huzurun duvağı kendi kendini imha ettikçe uff oluyor ruhumun diz kapakları annem! Öp de geçsin! Öp annem…”
Çay bardaklarının ince belleri üzerinde
“gamzeler günaha davet midir? ”
sorusunu gündeme almıştık.
Dolunay, ben ve tescilli birkaç felaket habercisi…
Afedersin ama tam manasıyla zift kıvamındaki bu gecede
güneş olduğunu zanneden
alkol bağımlısı gezegenlere
yine senden dem vuruyordum…