İçimden bir ses diyordu ki:
— Bunların hepsinin elbette ki bir manası vardır. Ama sen anlayamıyorsun. Çünkü sen bir cahilsin! Kaf andaki bütün sermayen, bir öğretmen okulu'nun basmakalıp tekerlemeleri üzerine işlenmiş karmakarışık birtakım tahayyülden başka nedir ki? Hatta istanbul'dan bir darülfünun şahadetnamesi de alabilirdin. Fakat sanki ne değişecekti? Belki mecelle kaidelerini sen de ezberleyecektin. Tek yabancı dil bilmeyen, evlerinde kütüphaneleri bulunmayan, koltuklarının altında telif eserleri olmayan birtakım asık suratlı hocalar sana dünya tarihinden, iktisattan, coğrafyadan dersler vereceklerdi. O dersler, o takrirler ki, en kabadayısının özünü bir incir çekirdeğine sığdırmak kabildir. Sen, bir yabancı dil bile
bilmiyorsun. Muallim mektebi sana ne vermişse onu bir adım bile ilerletemezsin. Avrupa'ya tahsile gideyim desen seni kim gönderir? Memleketinde tek dikili ağacın
ve bir yerde bir tek kuruşun bile yok... Halbuki hem senin ömür çürüttüğün o yarı kışla mekteplerin, hem o dilsiz, kitapsız, fakat kof, asık suratlı hocaların arkasında, ne senin, ne de onların bilmediğiniz başka bir âlem var: Bilgilerin, fikirlerin, kül
türlerin âlemi. Beşerin asırlar ve asırlar boyunca biriktirdiği fikir sermayesi... Sen onun yolunu bulmalısın yavrum, onun kaynağını... Sen anlamıyorsun ama her şey ona dayanarak yürüyor. Terakkiler, medeniyetler, hatta isyanlar, ihtilâller bile...