İsmet Özel, Nobel Edebiyat Ödülü ile ilgili şunu söylüyor: "Nobel’in siyasi yönünü bir tarafa bırakıyorum, ama kültürel bir kötülüğü var. Şöyle: Bu armağanı veren ülkeler, gerçi ülke İsveç’tir ama ülkeler demek zorundayız, çünkü o formasyon Batı Avrupa’ya aittir; kendi sanatçısını değerlendirir, kendi medeniyeti içinde değerlendirir. Kendi dışındaki sanatçıyı kendi standartlarına uyduğu, kendi ülkelerine hizmet ettiği ölçüde kabul eder. Eğer kazara bizim Türkiye'den bir yazar nobel ödülü alacak olursa, benim kanaatim şudur bu; o yazarın evrensel boyutlara ulaştığından değil, batının turistik heveslerini okşadığından olacaktır.
Sosyete kadınları acınası bir hayat yaşıyorlar. Terzilerin dikmekte didindikleri perilere yaraşır elbiseleri denemek ve sergilemek için sabahtan akşama kadar bir elbiseden diğerine mekik dokuyorlar; saatlerce topuzlar yaptırmak için her ne pahasına olursa olsun tutkularını doyurmak isteyen saç sanatçılarına boş kafalarını sunuyorlar. Dapdar korselerin içinde boğulmuş, potinlerinde ayaklan sıkışmış, bir askerin bile yüzünü kızartacak dekolteleriyle, fakir dünya adına birkaç kuruş toplamak için yardım balolarında geceler boyunca dönüyorlar. Ey aziz ruhlar!
Kitap bitti ama hissettiğim şeyleri açıklayacak kelimeleri bulamıyorum. Her sayfasını merakla çevirip elimden bırakamadım ve bir noktada ne okuduğumu sorguladım. Psikolojik gerilim, polisiye, dram, aşk… Ne okuyorum ve ne beklemem lazım bu kitaptan diyeceğiniz, son bölüme kadar hatta bence kitabın sonunda da bilinmezliğin içinde savrulacağınız çok etkileyeci bir roman olduğunu söyleyebilirim. Tüylerimin diken diken ve her anında olayların içindeymişim gibi hissettiğim sayfalardı. Bu yüzden evet, belki de herkesin okuyabileceği ve sindirebileceği bir kitap olmayabilir. Yazarın dilinden, kurgusundan gerçekten etkilendiğimi de söylemeliyim. Kitabın sonunda kimin gerçekten iyi ya da kötü olduğunu hatta bu kitapta gerçek bir ayrımla iyiyle kötü olup olmadığını bile anlayamadım. Gerçek aslında ne onu bile bilmiyoruz ama zaten her zaman neye inanmak istersek gerçek odur değil mi? Biri bu kitap hakkında dayak yemek gibi hissettirdiğini söylemişti. Sanırım bu kapağını kapattığımda hissettiğim şeyi açıklayabilecek bir şey. Güzel, okkalı bir tokat. Ve bu tokatı ne için yediğimi bile bilmiyorum. Tek bildiğim bu kitapta nefret edecek ya da sevecek bir karakter bulamayacağınız. Bir şeyleri merak ederek, kimi zaman satırlardan kafanızı kaldırıp arkanızı kontrol ederek, belki kusmak isteyerek sayfaları çevireceksiniz ama hiçbir zaman sonunun nereye gittiğini anlayabileceğinizi sanmıyorum. Ve bu kadar bilinmezliğin içinde kitaba sinir olmayacaksınız bile. Mükemmeldi…
VerityColleen Hoover · Independently Published · 20184,855 okunma
Şöyle der: "Dolayısıyla "Arş O'nun altındadır. Cenab-ı Hakk Arşın üst tarafındadır" demek doğru değil. Bu Mücessime'ye ait bir algı tarzıdır."
Sifil, bu sözleriyle Selef'in Müccessime olduğunu ifade etmekte ve kendisinin bu hususta Cehmî ve Muattıla olduğunu unutmaktadır.
Evet, Sifil'in itikadına göre; "Allah, ne âlemin içinde ne âlemin dışında, ne üstte ne altta, ne âlemden ayrı ne ona bağlı, ne Arşın üstünde ne de onun altındadır." Görüldüğü gibi bu ifadeler yokluğun ve muhalin tarifinden başka bir şey değildir.
Kardeşim, Allah Celle Celâluhu haktır, hakikattir, hayal değildir. Bu ifadelere göre Allah'u Teâla hiçbir şey değildir ve O, sadece zihinlerde tasavvur edilen, var olduğu kabul edilen bir algıdan ibarettir. Maturîdiler'in dillendirdiği bu vb. ibareleri İbn Sina gibi filozofların eserlerinde görmekse raslantı değildir.
Oysa Selef, ittifakla Allah'ın Arş üzerinde olup kullarından ayrı bulunduğunu söylemiştir.
BÜTÜN SORUMLULUK YETKİ GÜCÜNÜ ELİNDE BULUNDURAN GÜÇTEDİR
Bugün hiçbir şey dünkü gibi değil, bugün de yarın değişecek, yarında bugün ki gibi olmayacak.
İşte devrim böyle bir süreçtir.
Doğanın yasalarına uygun bir şekilde ilerler.
Her olgu hak ettiği biçime dönüşür.
Önemli olan bu tür kaos ortamlarında gücü elinde bulunduranların adil
Cicero döneminden bir şair olan Antipatros, köle kadınları özgürleştireceği ve altın çağı getireceği düşüncesiyle (tanelerin öğütülmesi için kullanılan) su değirmeninin icadını şu sözlerle kutluyordu:
"Ey değirmenci kadınlar, değirmen taşını çeviren kolu bırakın ve huzur içinde uyuyun! Horoz boş yere sabah olduğunu haber versin! Demeter kölelerin işini perilere yükledi ve bakın sevinçle tekerleğin üzerinde sıçrıyorlar. Bakın, harekete geçen dingil tekerlek parmaklarıyla dönüyor, dönen ağır taşı çevirerek. Babalarımız gibi yaşayalım ve tanrıçanın sunduğu hediyelere aylak aylak sevinelim!"
Maalesef pagan şairin müjdelediği boş vakitler henüz gelmedi; gözü kör, sapkın ve insan katili çalışma tutkusu, özgürleştirici makineyi özgür insanları köleleştirme aletine dönüştürdü: Makinenin üretkenliği onları fakirleştirdi.
TURAN
Nabızlarımda vuran duygular ki, tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil,
Guzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde,
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.
Sahifelerde değil, çünkü Attila, Cengiz,
Zaferle ırkımı tetvic eden bu nâsiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftiramiz
Muhit içinde görünmekte kirli, şermende;
Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tarur tamamıyla,
Damarlarımda yaşar şan ve ihtişamıyla
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir. Turan...
Öylesine istedim ki seni,
Senden önce..
Öylesine, her şeyin içinde,
Öylesine dışında,
Gün, gece.
Seni öylesine yaşadım ki,
İnan..
Artık nereye baktığım belli değil,
Ne yaptığım belli değil,
Vardığım sonrasızlıktan.