Kendimi toparlamış mıydım diye sormuştu Kadriye Öğretmen'in yanındaki yeşil çipil gözlü, gülünç sarışınlığı ile kendini herkese ve bana sevdirmiş Gökmen Öğretmen. Evet, şuraya buraya, basık, çatısız çatı katında üşüyüp donarak test çözdüğüm günlere ve gecelere, çorak bir kafede çarpıntılı buluşmaların son bulmasına, bir babanın gidişine, yurt odalarının mahrem kokusuna dağıttığım kendimi toparlamıştım. Müdür'ü unutmuştum. Ben eve gitsem iyi olur demiştim. Kimsenin bana ihtiyacı yok mu diye düşünmüştüm, ağaçların biraz bodur göründüğü, güneşin tepeye dikilip girdisinin çıktısının çatlaklarına sinmiş birtakım pis şeyleri aydınlattığı, sabah yürüdüğüm eğri büğrü sokaklardan geri dönerken. Açık bir kapıdan görünen bahçede, rüzgârın kımıldatamadığı, iplere asılmış ölü yatak çarşaflarının, yastık kılıflarının, donların, fanilaların pek de temizlenmediğini, ayıp, günahkâr, korkulu sırlar barındırdığını anlamıştım kerevette oturan o saçı dağınık olağan kadına bakınca. Bir an göz göze gelmiştik çünkü. Çamaşırların bazı yerlerindeki tereddüt lekeleri, keşke kalıntıları, olduğu gibi yansıyordu o bıkkın gözlerden. İki çocuk, birinin sümüğü akıyor, kötü sözler yarıştırıyordu. Yüzünde acı ilenme çizgileri, paçaları kıvrık, beyaz zayıf ayak bilekleri görünen eğri ağızlı bir ihtiyar, çocukları kızıştırıyordu.