Gerçekte, erkek de tıpkı kadın gibi etten kemikten yapılmış, dolayısıyla edilgin, hormonlarının ve türünün oyuncağı, arzularının kurbanı, kaygılı bir varlıktır; ve kadın da tıpkı onun gibi, aşk ateşinin göbeğinde yalnızca bedensel bir kabullenme, bile bile kendini sunuş ve etkinliktir; ikisi de, kendi başlarına, kendilerine özgü bir biçimde insan vücudu haline gelmiş varlığın garip iki anlamlılığını yaşamaktadırlar o anda. Birbirleriyle çatıştıklarını sandıkları kavgalarda, her biri, kendisinde nefret ettiği yanları karşısındakine yansıtarak, aslında kendi kendisiyle savaşmaktadır; kadın da, erkek de içinde bulunduğu durumun iki anlamlılığını yaşayacak yerde, pislikleri karşısındakine yükleyip, şanları şerefleri kendisine ayırmaktadır. Oysa ikisi de insanlık durumunu alçakgönüllü bir açıkgörüşlülükle yüklenebilse, birbirlerinin karşısına benzer yaratıklar olarak çıkacak, cinsel dramı dostluk içerisinde yaşayacaklardı. İnsan olmak, insanları birbirinden ayıran bütün benzersizliklerden çok daha fazla önemlidir; insanlara üstünlük sağlayan, hiçbir zaman doğanın verdiği şeyler değildir: eskilerin deyimiyle ‘’erdem’’, bize bağlı olan şeylerle ölçülür. Her iki cinste de aynı bedensel ve akılsal dram, aynı bitimlilik ve aşkınlık dramı oynamaktadır; zaman ikisini de aşındırmakta, ölüm yollarını gözlemekte, birbirlerine aynı temel ihtiyaçla bakmaktadırlar; özgürlüklerinden aynı derecede gurur duyabilirler; bir kez bu özgürlüğün tadını alsalar, bir daha öyle aldatıcı ayrıcalıklar için çekişmezlerdi; ve işte o zaman gerçek bir kardeşlik doğardı aralarında.