Öncelikle kitabın girişinde bayağı uzun bir önsöz kısmı var. Dönemde etkisi olan idam cezasından bahsediyor yazar. İnsanın canını almak gibi bir cezanın ancak tanrı tarafından uygulanabilecek bir ceza olduğu fikrinden bahsediyor ve bunu insanlık dışı olarak değerlendiriyor .
Kitapta idam mahkumunun son günlerini mahkumun gözünden görüyoruz. Derin bir olay örgüsü aramayın. İlginç bir şekilde adalet kavramına da değinilmiyor. İdam cezasının ne kadar büyük bir ceza olduğunu onun gözünden görürsek sanki idam cezasına karşı olurmuşuz düşüncesi ile yazılmış kanaatimce. Ama hiç empati yapmanıza imkan yok gibi.
...spoiler...
Adamın suçu neydi neden yaptı kısımları eksik veya bilinçli bir şekilde yok. bana etkileyici gelmedi. Bir insanı öldürmüş bir kişiye sırf ölüyor diye neden üzülmeliyim? 6 haftalık beklemek süreci imkanı sunulmuş bir suçlu daha şanslı değil mi? Ana karakterin öldürdüğü kişinin bu kadar zamanı bile olmadı muhtemelen ? Yahut öldürdüğü kişinin kızı varsa onların hisleri ne olacak? Adalet nedir? Böyle hümanist bir yaklaşım ne kadar adil olabilir? Doyurucu gelmedi hatta tam aksi..
Bir doğru tarafı var bir insanı idam edince ailesini de mağdur ediyorsunuz. Ama eksikti birini öldürüncede aileleri mağdur ediyorsunuz...
Şiirsel bir üslupla kaleme alınmış #içimdekikenanülkesi ,genel olarak bir iç döküş, bazen bir yakarış ama çoğunlukla da insanın kendi tekamülünü gerçekleştirme yolunda yaşadıklarının anlatısı. Hal böyle olunca da türü konusunda net bir tespit yapmak zor. Evet bir kahramanı var çünkü bir adam kendini yazmış tüm samimiyetiyle ve gözlerimizin önüne
Psikologlar bir deney sırasında, deneklerin anagram çözebileceklerini kendilerine telkin etmektense çözüp çözmeyeceklerini kendilerine sorduklarında, başarılarının gözle görülür biçimde arttığını keşfettiler.
Oldukça ilginç biçimde, sanki bundan haberimiz yokmuş gibi, kendimize neyi yapıp yapamayacağımızı sürekli söyler dururuz. Dolayısıyla bir sunum yapmak üzere hazırlanırken kendinizi "Sunum işlerinde berbatsın," veya "Bu konuda çok kötüsün, eline yüzüne bulaştıracaksın," gibi bir düşüncenin hücumu altında bulabilirsiniz. Soru yönelten yaklaşım bu düşünceleri, yakalayıp onları sorulara dönüştürmeyi önerir. Sunum işlerinde berbat mıyım? Bu, çatışmayı (ya da Freud'un enerji soğuran inkâr savunmasını) ortadan kaldırır ve yerine şüpheyi koyar. Daha sonra başka sorular sormaya başlayabilirisiniz: Örneğin son sunum yaptığınızda neler olmuştu? Hoşunuza giden anlar veya şeyler nelerdi? Kaygı potansiyeli barındıran, örneğin uçmak gibi diğer işlerin üstesinden ne kadar başarıyla gelebiliyorsunuz? Bu yöntem merak duygusunu -korkuyu alt edebilen pek az duygudan biri olan merakı- ortaya çıkarır ve zihnin bilinçli ve bilinçli olmayan kısmını aynı anda dahil eder.
"Öyle miymiş?"... Ne var bu soruda? Belki üstten bir tavır, bir kinaye ya da bir bilmeyen kişinin sancısını belli edişi, bilmediğini öğrenme çabası ya da bir şey bilmesi ama bu bildiğinin ötekilerin bildiklerine uymayışı sonucunda duyduğu şaşkınlık, yabancılık... Hepsini tek hamlede düşündüren bir soru "Öyle miymiş?". Kitabı da
Çocuk eğtiminde ilginç bir yaklaşım ;
Çocuklar için ölçülü ve güzel davranış ortaya koymak akılsızca olduğu gibi, güzel davranışa çok sıkı bir şeklide teşvik etmek da akla uygun yaklaşım değildir.
Peki Aziz Bey, bu ilk gününde kurultayın, Prof Dr.
Mümtaz Soysal'ın ilginç bir tezi vardı. Diyor ki, "Partiler sivil anayasa konusunda önerilerini şimdiden getirsinler" bu da gerçekçi bir yaklaşım değil mi?
"Kemal Tahir'in bir sözü vardır, l960'tan sonra anayasa yaparken, taslaklar ortaya çıkarken çok zaman geçti. O kızıyordu tabii. Abartarak konuşurdu. 'Yahu bunlar ne biçim anayasa profesörü? Her anayasa profesörünün her cebinde 4-5 tane anayasa taslağı olacak.' Derdi. Tabii öyle olmayacak, ama anayasa taslakları anayasa profesörlerinin dosyalarında olmalıdır. Muhalefet parililerin dosyalarında olmalıdır. Taslakları ve bunun tartışmaları şimdiden yapılmalıdır. Neyi nasıl yapacaklarını biz bilemeyiz. Bu kendileri için de gereklidir, bizim için de gereklidir. Onun için Mümtaz Soysal'a hak veriyorum.'' Ben
Başlangıçta çok beğendim; başımı kaldıramıyordum; ayrıntılarına kadar bayağı hoşlanmıştım; ancak bütününde ilgim azaldı. Bunu bir yerlerde okumuşum gibi gelmişti bana, evet, hâlâ belleklerde tazeliğini koruyan, Kont Tolstoy'un Çocukluk ve Delikanlılık, Savaş ve Barış adlı yapıtlarında da aynı hava vardı. Konusu farklı olmakla birlikte Rus
6 )Sözel judo: eleştiri ateşi altında olduğunuzda karşılık vermeyi öğrenin
değersizlik hissinizin nedeninin süregiden de öz eleştirileriniz olduğunu öğreniyorsunuz
Bu durum sürekli kendinize nutuk çektiğiniz ve sertt gerçekçi olmayan bir şekilde zulmettiğiniz üzücü bir iç konuşma şeklini alır
Genellikle öz eleştiriniz başka birinin sert bir
İnsanlar görüşlerine ilişkin kitapları okumuyorlar. Kur’an olsun, Nutuk olsun, Kavgam olsun, Manifesto olsun; okumuyorlar. Ancak harıl harıl da savunup kafa şişirebiliyorlar. Ne zaman biri kafamı şişirse gider, sırf sus diyebilmek adına olsun, kitabına bir göz atarım. En son kafamı şişiren kişi bir ülkücü oldu ve şimdi de buradayım. Kendi görüşümü