Prenses değil o Premses Bir kere siz yanlış biliyorsunuz
"Tatil yerlerinde çalışan olsak bile insanların illa gece hayatının olduğunu ya da olması gerektiğini düşünüyorlar. Eğlence anlayışlarının bu kadar tuhaf oluşmasına neden olan şey ne acaba? Yaşama ya da eğlence hissini doğru yerlerde aradığımıza ya da bulunduğumuz hislerin gerçeği yansıttığından emin miyiz?.. Kitaplarda okuyarak gördüğüm yerleri gerçekte görmeyi reddettim. Yadırganmama rağmen pişmanlığım yok. Onların eğlence anlayışlarının bana aptalca ve saçma geldiğini söylesem kabalık ve saygısızlık yapmış olurdum o yüzden sadece "Beni sıkıp bunaltan, kafamı şişiren ve göz zevkimi bozan bir yer bana hiç eğlenceli gelmiyor. O yüzden size güle güle." diyerek geçiştiriyorum. Bazen de (yadırgamayı abartanlara) "Oww o tarz bir eğlence hayatımın olmaması ne ayıp ne acı ne vahimmm. Şu an kendimi çok ezik hissettim. Bundan dolayı utanıp gelmemi ister misin?" diyorum yarı alayla gülerek. Evet diyecek kadar şuursuz olduklarında gidip kahkaha atarak içeri giriyorum. Ve anında tavizsiz ciddiyete bürünerek "Bazı utançlar vardır ki başkaları adına duyulur. Senin adına da utanıp bir daha gelmememi ister misin?" dediğimde "Aradığınız kişiye ulaşılamıyor." sesini baktığım yüzde duyuyorum. Premses, cadı, harbi Barbie, canavar karmasından bir bütünken premses halimin değerini en başta bilmeleri gerekirdi. Çok yazık oluyor sonra -_- ..."
Bir ben miyim senden gidemeyen Yoksa sen misin bende kalan Hasret midir yürekte yanan Yoksa aşk mıdır yürekte kalan... Bir ben miyim seni özleyen Yoksa sen misin kendini özleten Kâder midir imkansız kılan Yoksa imkansız olan biz miyiz.. Bir sen misin beni çok seven Yoksa... Bir ben miyim seni senden çok seven...
Reklam
Zindan iki hece Mehmetim lafta! Baba katiliyle baban bir safta! Birde geri adam boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed' im! Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yolda tutuktur hapse düşeli... Git vegel... yüz adım... Bin yıllık konak. Ne ayak dayanır buna, ne
İsteklerin Olması
İnsan en kuytu karanlık dahi ışığı bulabilir mi? Ya da göz bebekleri tamamiyle karanlığa alışmış ve en kötüsü kör olan birine ışığı nasıl anlatmalıyız? Bu sorular bağlamında birey ve canlı olarak insana nasıl, neden ve niçin yaklaşımda bulunmalıyız ki? Onu gerçeketen gerçeğe bir nebze olsun yakınlaştırabilelim. Çünkü gerçeğin ve hakikatin kucaklayıcı ışığı bireyin hem içsel hem de dışsal tözüne tedavi etkisi gösterebilir. Ancak birey istediği ölçüde olacağını göz önünde bulundurmamız gerekir. YAni birey hem kendilik hem de kolaktif şartları istediği ölçüte evriebildiği düzlemde ya da isteğinin koşullarını dizayn ettiği müddetçe olabilme olasılığını arttırcaktır. Peki birey gerçekten bunu başaracak mıdır? Çünkü şartları olgunlaştırsa dahi istediğinin uygun koşulları sağlansa birey karar vermek yetisi ilk andaki kadar kuvvetli kalacak mıdır? Buradan da hareketle bireyin sabitesi olmadığı açığa çıktığından dolayı bazen isteklerimizin varlığı onun olması sağlamak için ilk günkü kuvvetle ve bu kuvveti sabitlememiz gereçelliğini göstermektedir. Ancak birey anlık bile değişen bir yapıya sahip olduğunun istek dediğimiz şeyin varlığı cama yapılan buhu özelliği göstermektedir. Bu yüzden isteklerimizi ana kayaya kazıyıp bu minvalde irade göstermeliyiz. Peki buna hazır mıyız?
Ölümlü dünya
Beni, yarım saat orada insan azmanına dövdürttünüz. Tekmesinden tokatına, dönen tekmesinden uçan sırtına, ensesiyle bile vücudunun her zerresi ile adam beni dövdü dövdü. Bir kişi demedi ki Serbest'ciğim yardıma ihtiyacın var mı? Adam odadaki her şeyi benimle kırdı. Dolabından komodinine, havlularından yastıklarına, beni boğdu boğdu boğdu… Duvara attı. Boğdu boğdu, duvara attı. Çığlıklar, yardım çığlıkları... Allah’ın belaları! Bir kişi be, bir kişi… Ben bu aileden değil miyim ya? Ben bu aileden değil miyim ya? Bir kişi gelip de napıyorsun sen burada demedi. Neredeyiz biz? Aynı otelde değil miyiz? İlhami Abi, sen söyle ben başka bir ilde miyim? He, başka bir yerde mi dayak yedim ben? Uzaklarda mı yedim de geldim? Aynı yerdeyiz be! youtu.be/5kpBTXBe8WE?si=... Birinci filminde çok gülmüştüm. Gülmek isteyen herkesler izlesinnn. (Bu sahne komik gelmediyse de vakit kaybı sizin için)
DİLEK
İnsan; ruhsal ikliminin ve duygusal yağmurlarının altında yeşerek bir tohumdur. Bu bağlamda birey seçimlerinde hem kendi hem de kolektif bilincin isteklerini göz önünde bulundurarak eylemde ve tecihte bulunmalıdır. İşte bu yüzden dileklerimizin ve edimlerimizin sorumluluğu hem beni hem bizi hem de kolektif olma şuuruna etki etmektedir. Peki birey bu yapıya nasıl bağıntı kuracaktır? Bu sorunun birçok cevabı olduğu gibi ana eklemi kendini tanımaktan ve kendiliğinin farkındalığından geçmektedir. Bu zaviyeden bakıldığındaysa birey kendini tanımlayarak toplumun ona zerk etmeye hatta giydirmeye çalıştığı putları yıkıp ana sac ayaklarını kabul ederek yola devam etmelidir. Aksi takdirde bireyin kendiliğini dahi müphem kalacaktır. Bu müphemliği gidermek hem kendi elinde hem de toplumsal doneleri iyi bir biçimde analiz ederek sağlayabilir. Ancak bunu yaparken şüpheci ve birçok açıda yaklaşarak yapmalıdır. Yani sadece kendi benliğini değil tüm canlılığı düşünerek davranışta bulunmalıdır. Kısacası; yalnız yaşamadığımız ve tek salisesine dahi hükmedemediğimiz bir düzlem olan şu hayatta akılsa ve ruhsal çeperlerimizi tıpkı avatar filminddeki gibi ya da mitolojik eserlerde hatta dini metinler perspektifinde dile getirelen durum ve olguları da göz önünde bulundurarak cihan şümul bir duruşla hakimi değil hadimi olma bilinciyle yapmış olduğumuz, yaptığımz ve yapacağımız tüm tercihlerin sorumluluklarını önce kendimi daha sonra bütün canlıların etkileneceğini anlayarak edimlerde bulunmalıyız. Peki buna hazır mıyız? ***film önerisi:Disney yapımı animasyon olan ''DİLEK''
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.