“ Anlatırlar ki; Zeliha, Yusuf'u zindana attırdığı vakit onun ayrılığıyla ardından yanıp yakılmaya başlamış.Hem kendisinden ayırmış, hem hasretini çeker olmuş. Bu yüzden zaman zaman zindanı ziyarete gider, suretâ "Hükümlüm kaçmış olmasın!" diye kontrol eder, ama içten hasret giderirmiş. Eğer Yusuf'u uyurken bulursa hücresinin önünde bekler, seyreder, uyanık bulursa azarlar, böylece yüzüne bakarmış.
Nihayet bir keresinde sesini de çok özlediğini fark etmiş ve bir köle çağırıp, "Hemen şimdi, Yusuf'u yere yık, adamakıllı kamçıla! Öyle vur ki ta uzaktan ah ettiğini duyayım." demiş.
Köle emre itaate niyetlendiyse de Yusuf'un güzel yüzünü görünce kıyamamış. Hücrede bir post var imiş, onu yere sermiş ve başlamış vurmaya.
Kölenin her kamçısında Yusuf mahsustan feryad etmekte, çığlık atmaktaymış. Zeliha ise bağırmaya devamda:
"Daha hızlı vur, adamakıllı vur!"
Nihayet köle Yusuf'a yalvarmış:
"A güneş yüzlü, Zeliha gelir de sırtında kamçı izi göremezse şüphesiz beni öldürür. Omzunu aç, dişini sık, bir kerecik olsun kamçıya dayan!"
Yusuf elbisesini sıyırmış. Köle öyle bir vuruşla vurmuş ki Yusuf yere kapaklanmış. Zeliha, bu sefer Yusuf'un ah edişini duyar duymaz bağırmış:
"Yeteeer!.."
İlk önce söylemem gereken konu, çok değerli bir kitap. İskender Pala okurken o dönemlerde yaşamanıza neden oluyor. Okurken hiç yormayan ve merak uyandıran bir hikaye. Bence okunması gereken bir kitap.
"Mustafa Kutlu'nun 'Nur' kitabı, sade ve etkileyici bir üslupla yazılmıştır. Kitap, insanın iç dünyasına odaklanır ve derin düşüncelere yol açar. Karakterlerin duygusal zenginliği ve olay örgüsüyle okuyucuyu içine çeker.
Nur Ne Anlatıyor?
Bir hakikat yolculuğu olarak tanımlanabilecek olan hikâyede, Genç bir mimar olan
"Buna mâsivâ derler, insanı dünyaya bağladıkça bağlar. Dünyaya ait her bir ilgi, insanın eteğine farkına varılamayacak kadar ince ve gizli bir çengel atar. Evlâtlar, arzular, mal mülk kaygısı, varlığa hükmetme ihtirası, benlikler, yönetme ve emretme hâkimiyeti... Bir uçtan diğer ucu koca bir dünya işte... O küçük küçük çengeller gitgide bizim yürüyüşümüzü, ilerlememizi, farkında olsak da olmasak da geciktirmeye başlar. Yolda yürürken eteklerimize takılan dikenlerdir onlar. Bir müddet sonra bir de bakmışız, dikenler bizi donatmış, adımlarımızı yavaşlatmış..."
İskender Pala'nın özgün bir anlatımla kaleme aldığı, farklı dönemlerde geçen ve birbiriyle bağlantılı iki hikayeyi içeren bir romandır. Ben beğendim ama İskender Pala’nın en beğendiğim romanları arasına giremez.
Birinci hikaye, Antik Mezopotamya'da geçer ve Karun adındaki zengin bir kralın hayatını konu edinir. Karun, servetiyle ünlüdür ancak zamanla bu zenginliğin ve gücün içinde boğulduğunu, asıl mutluluğu ve huzuru parayla satın alamayacağını keşfeder. Karun'un hikayesi, insanoğlunun hırslarını, ihtiraslarını ve nihayetinde içsel boşluğunu anlatır.
İkinci hikaye ise günümüzde geçmektedir ve modern bir şehirde yaşayan bir anarşistin hayatına odaklanır. Anarşist, toplumsal adaletsizliklere karşı çıkan, mevcut sistemi sorgulayan bir kişiliğe sahiptir. Kendi içsel çatışmalarıyla boğuşurken, toplumla olan ilişkisi de kitabın önemli bir temasını oluşturur.
Kitap, bu iki farklı hikayeyi ustalıkla harmanlayarak, zengin bir tarihi, mitolojik ve felsefi içerik sunar.