"Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir. Onları serbest bırakmak. Gevşek olanı kesmek. İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol."
"Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da. senin beklemen: bir boşunalık duygusudur yalnızca; gerçekler içinde hayallerin; olup-bitenler içinde olamayacakların düşlenmesi -boyuna ve boşuna bir düşüş - oysa o, gelişmektedir. Sana doğru. Sen hiç bilmeden -beklerken, bilmeden- senin beklediğindir o; ama sen, bilmiyorsundur. Gelmeyeceğini sanarsın. Yıllar geçtikçe, hatta, hiç gelmeyeceğini bildiğini sanarsın -yıllar geçer, emin olduğunu da sanarsın artık hiç gelmeyeceğinden. Senin beklemen: hüzünlü ama dingin bir umutsuzluktur; bir an önce bitirip gitme isteği çökmüştür üzerine -hatta bitiremeyeceğini de bildiğin bir çok şeye aldırmazca ve umarsızlıkla girişip, hepsini yarım bırakıp gitmek, bir ayartı kadar keskindir artık. -Yaşamının anlamı bulunmamıştır, bulunamayacaktır- O, gelmeyecekti ya; sonuçsuz, bir son olarak, ölüm, gelebilir, artık, işte.."
Reklam
Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?... Çooook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu... Ve onu herhalde çok kucakladın... Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa... Yahut sevgilin seni sevmiyordu... O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?... Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?... Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvel' kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir. Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüye sevdin, ve bu böyle gidiyor. Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek mi dir?... Çırılçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musunuz?... Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu? Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misiniz? Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim...
Yüzyıl sonunda, kan rengine bulaşmış bir akşam vaktinde, kesinlikle hepsini peşlerinden sürükleyecek bir isyanın kıpkırmızı görünümüydü. Evet, bir akşam vakti, dizginlerini koparan, gemi azıya alan halk, böyle dört nala koşacaktı yollarda. Burjuvaların kanını akıtacaktı dereler gibi, kesik başları gezdirecek, kırılan kasalardan dökülen altınları her tarafa saçacaktı. Kadınlar uluyacak, erkekler de ısırmak için kurt çenesini andıran çenelerini açacaklardı. Evet, gene paramparça giysileri, gene saboların yankılanan tıkırtıları, pislik içindeki bedenleri, kötü kokan nefesleri, dizginlenemeyen barbar taşkınlığıyla o öfkeli, dehşet verici kalabalık alt üst edecekti ortalığı. Her tarafta yangınlar çıkacak, taş üstünde taş kalmayacak, yoksulların bir gecede kadınlara saldırıp, varlıklı kimselere ait şarap mahzenlerini boşaltacağı o müthiş şehvet ve yeme sefahatinden sonra ilkel insanlar gibi ormanlara dönülecekti. Belki de yeni bir Dünyanın geleceği güne kadar hiçbir şey kalmayacaktı. Ne para ne şöhret. Evet, doğanın bir gücü gibi bunlar geçiyordu yoldan işte ve içerdikleri de yüzlerinde bunların korkunç rüzgarını hissediyorlardı. Başka bir çığlık, 'Marseillaise'i bastırdı: - Ekmek! Ekmek! Ekmek!"
“Eylül toparlandı gitti işte Ekim filan da gider bu gidişle” Aralık yoktur Turgut Uyar’da Ekim gibidir her şey Bence de öyle Ekim gidiyorsa Aralık niye beklensin ki Ekimin şiiri var, Aralıksa şiir yerine Bir kere bile geçmesin sokağımızdan kötü şiirler gibi bekletmesin de sonuna dek Ekim gibi ansızın bitsin ya da bitmeden… Yarım kalsın! Ne kadar yarım kalırsa o kadar şiir Ne kadar Ekim olursa o kadar Aralık Kalır şiire, kaybolalım diye hemen Ve şiirimiz sanki yazılmış gibi önceden Yarısı Ekimden yarısı şiirden yarım Aralık
Huzur aklın ürünü değildir; buna rağmen onları gözlemlediğinizde organize dinlerin akıl yoluyla huzuru bulma çabası içinde olduklarını görürsünüz. Savaş ne kadar yıkıcı ise gerçek barış, gerçek huzur da o kadar yaratıcı ve saftır ve insanın huzuru bulabilmesi için güzelliği bulması gerekir, işte bu nedenle henüz gençken çevremizdeki güzelliğin, uygun orantılarla yapılmış binaların güzelliğinin, temizliğin güzelli­ğinin, ileri gelen kişilerle sakin konuşmanın güzelliğinin farkına varmanız çok önemlidir. Güzelliği anlamak suretiyle sevgiyi öğreniriz, çünkü güzelliği anlamak kalbin huzurlu olması demektir.
Sayfa 169
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.