Yirminci yüzyılın başlarında, Osmanlı anayasasının (kanun-u esâsi) Araplar'a sunduğu ümit, "Jön Türkler"in tüm unsurların Turan potasında Türkleştirilmesini amaçlayan tehlikeli programlarını sunmalarıyla birlikte sükût-u hayale dönüşünce, Türkler'e karşı duyulan öfke artmaya başlamıştı. Böylece Arap hareketi şiddetini artırdı ve elit tabaka, Arap milliyetçiliği davetçilerinin Osmanlılar ve İttihatçılar'a karşı açıkça cephe alma çağırısına kadar, gizli cemiyetler kurmaya yöneldi.
Sayfa 13 - Selenge Yayınları
“... Babam imparatorluğu kırk yıl boyunca idare eden ağabeyi Sultan Abdulhamid’in ‘ İngiliz dostluğu, Fransız yakınlığı’ politikasını benimsemişti. Esasen çözülmüş ve zayıflamış olan imparatorluğu toparlayıp dağılmaktan kurtarmak için amcam Abdülhamid , kendi tabiri ile ‘Ali’nin külahını Veli’ye , Veli’nin külahını Ali’ye giydirmekle otuz yıldır canım çıktı. Öyle kurtardık.Adamlar -yani İttihatçılar - kimseye danışmadan , hatta kendi aralarında bile istişare etmeden sanki yağma varmış da geç kalınacakmış gibi Balkan Harbi’ne ve arkasından Birinci Cihan Harbi’ne ve Alman dostluğuna kapılarak maceralara atıldılar ve bu hale getirdiler! Yazık değil mi?’ derdi....Babam da bu siyasetin taraftarı idi ve yazık ki tahta çıktığı zaman iş işten geçmişti ...( Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan )
Reklam
Yaşasın, Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey..!
Şimdi bütün yollar kapalıdır ve 1908'de Makedonya dağlarında başlayan serüven artık Himalaya dağlarının kuzey silsilelerini teşkil den Pamir eteklerinde, yiğitçe sona erecektir.
İttihatçılar ile
Şerif Hüseyin o dönemde Osmanlı'ya bağlıydı. Osmanlı'ların bütünlüğünü kabul ediyor ve devletin bekasını, sonucu bilinmeyen bir parçalanmaya maruz kalarak yıkılmasına tercih ediyordu Bu düşüncesi , İttihatçıların kendini beğenmişlikleri zirveye ulaştığını ve Arapların kendini beğenmiş, haddini bilmez kendilerinden başka herkesi hor gören Türklerden ayrılmasının zaruri olduğunu görene kadar devam etti.
Sayfa 223 - KlasikKitabı okudu
Enver'le birlikte Bab-ı Âli'yi basan Talat'ın yanına gitti. İttihatçılar Balkan Harbindeki mağlubiyeti bahane ederek darbe yapmışlardı. Kısa zamanda savaşı sona erdiremezlerse veya bir zafer kazanamazlarsa çok zor durumda kalacaklardı. Aubrey ona, Türkiye eğer Yunan adalarını verirse Avrupa nın barışı garantileyeceğini söyledi. Sonra beraber gidip Mahmut Şevket Paşa'yı gördüler. Sultan Abdülhamit'i indiren Hürriyet Ordusunun kumandanı Mahmut Şevket, darbeden sonra Sadrazam yapılmıştı. Paşa, Aubrey'e hayrandı. Bir keresinde birkaç İngiliz, Paşa'ya Batı Avrupa da doğru dürüst devlet adamı kalmadığından şikayet edince Mahmut Şevket araya girmiş; "Herbert Efendiye sahip değil misiniz?" demişti.
Sayfa 244 - IQKitabı okudu
Reklam
İngiltere, Rusya ve Fransa , o sıra Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyeti altında olan devletleri tahrik edip duruyordu. Ancak bu devletlerin arasında çok uzun yıllardan beri devam eden ihtilaflar vardı. Mezhep farklılığından kaynaklanan bu ihtilafı, Sultan Abdülhamid usta politikası ile canlı tutmuştu. İttihatçılar ise " Niçin anlaşamıyorsunuz , geliniz aranızdaki bu ihtilifa son verelim !" demiş ve 3 Temmuz 1910 tarihinde çıkardıkları bir kanunla kilise ihtilafını ortadan kaldırmışlardı. Böyle Bulgar, Yunan, Karadağ, ve Sırplar arasında bir anlaşmazlık kalmamıştı. İttihatçılar sayesinde aralarında ihtilafa son veren devletler, birlik olarak Osmanlı Devleti' ne saldırdılar. Böylece Balkan Savaşı patlamış oldu.
Sayfa 109Kitabı okudu
... "hasta adamı" yeniden ayağa kaldırmak, memleketin öksüz çocuklarının hayallerinde mayalanacaktı. Haklarında yapılan sayısız tezvirata karşın gayeleri devleti eski azametli günlerine taşımak olan İttihatçılar, kuşatma çemberindeki imparatorluğun son kurşunu olacaktı. Osmanlı'nın İttihatçıların kollarında can verdiği doğruydu. Fakat imparatorluk son büyük zaferlerini de yine onların gayretleriyle kazanmıştı.
Genç Osmanlıların ardından gelen nesillerde çok sayıda Osmanlı liberali bulunduğundan, Osmanlı liberalleri ile Jön Türk hareketi içinde ortaya çıkan ITC hizbi arasındaki çatlak, 1908'deki İkinci Meşrutiyet dönemine kadar devam etmiş ve akabinde uzun bir süre boyunca gelişimini sürdürmüştür. Benim iddiama göre 20. yüzyılda muhalefetin doğuşu, tam da bu çatlağa dayanmaktaydı. Genç Osmanlılar ile Osmanlı liberallerinin sonraki kuşakları genellikle seçkin İstanbul Osmanlı bürokrasisi ailelerinin mensuplarıydılar ve Fransa hayranıydılar. Öte yandan ITC'ye öncülük eden isimlerin pek çoğu ya Balkanlar'da doğmuşlardı ya da Rusya'dan gelen göçmenlerden oluşuyorlardı ve dolayısıyla daha mütevazı kökenlere sahiptiler. Bu kişiler genellikle 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Alman etkisi altındaki Osmanlı askerî akademilerinde eğitim görmüşlerdi. Bana göre Jön Türklerin meşrutiyet yanlılığı temelindeki koalisyonu, İttihatçılar ve onlara karşı çıkanlar şeklinde parçalandıkça muhalefetin ifade ettiği anlam da değişmiştir. Muhalefet kavramı bir süre sonra tahayyül edilen bir meşrutiyet rejimine ait teorik bir ideal olmaktan çıkıp, 1908 sonrasında ITC'ye karşı gelen Osmanlı liberallerinin yanı sıra dinî şahsiyetler ve diğer gelenekçi unsurlar gibi gruplarla ilişkilendirilen bir kavram hâline gelmiştir.
1913'te Siirt'te Hizanlı Şah Şehabettin, Abdülhamid'in hal'i ile sonuçlanan Meşrutiyet rejimine karşı ayaklanmış ve bu ayaklanma İttihatçılar tarafından bastırılarak Şeyh ile birlikte birçok insan idam edilmiştir. II.Meşrutiyet'in ilanına en şiddetli tepki Berzencilerden ve onlarla olan aşiretlerden gelmiştir. Abdülhamid rejimine son verilmesiyle birlikte, bu sistemin kendilerine sağladığı ayrıcalıkları kaybedeceklerini anlayan ve kısmen de bu dönemde oluşan iktidar boşluğunu değerlendirmek isteyen Şeyh Said Berzenci isyan etmiştir. Ancak Said Berzenci bir İttihatçı komplosu ile önce Musul'a davet edilmiş ve orada halkın galeyana gelmesi sonucu linç edilerek ortadan kaldırılmıştır. Bu olaylar İttihatçıların ve Cumhuriyetçilerin yöntemlerinin Abdülhamid'in yöntemlerinden farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Şüphesiz yöntemlerdeki farklılık amaçlardaki farklılıklarda kaynaklanıyordu. O gün için iktidarı ellerinde tutan İttihatçı veya Kemalist kliklerin İslam birliği gibi hedefi yoktu. Devleti hızla Türk kimliği üzerine kurulu bir ulus-devlete dönüştürüyorlardı ve olabildiğince batıcı, rasyonel ve seküler bir fikir dünyaları vardı. Buyüzden onlar için birilerinin Seyyid olması, ailesinin Sadat-ı Berzenci namıyla onurlandırılmış olması ve soyunun temizliği çok fazla da önemli değildi. İttihatçıların dünyasında en kutsal kavram artık "devlet" ti. Abdülhamid devleti belki de din için yaşatmak istyordu, İttihatçılar ise devlet için her şeyi, dini hatta toplumun kendisini bile öldürmeye razıydılar.
Sayfa 414 - NûbiharKitabı okudu
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.