“Salep,” diye mırıldandı.
“Evet, salep,” diye tekrar ettim.
“Salep mi?”
Kaşlarımı çattım. “E-vet?”
“Kahve?”
Kafamı salladım. “İki dakikaya hazırlayacağım, eğer beklerseniz…”
Yeniden, “Kahve,” diye mırıldandığında değişik bir ruh halinde olduğunu farketmiştim. Burukça gülümsedi ve kahkaha attı. “Kahve?”
“Siz iyi misiniz?”
Derin bir nefes aldıktan sonra iki adım geriye gidip eliyle yüzünü sıvazladı ve tekrar bana döndü. “Adın ne?”
Kaşlarımı çattım. “Nasıl?”
“Adın,” diye tekrar etti. “Bana adını söyle.”
“Neden bunu-“
“Nil?”
Daha da çatıldı kaşlarım. “Adımı nereden biliyorsunuz?” Yutkundum. “Beni tanıyor musun?”
“Siyah kuğu,” diye mırıldandı.
Söylediklerine anlam veremiyordum.
Gözleri gözlerimle buluştuğunda dolu dolu olduğunu farkettim.
“Kırılmış kanatlar, incinmiş kalpler, kaybolmuş ruhlar…” diye mırıldanırken sağ gözünden aşağı bir damla düştü.
İstemsizce göğüs kafesimin içindeki kalbimin büküldüğünü hissettim.
“Söylesene Siyah Kuğu, sen buradasın diye mi yağmur yağıyor yoksa bulutlar da mı bize ağlıyor?”