Doğal dünyanın yıkımı ne küresel kapitalizmin ne sanayileşmenin sonucu, bunun "Batı uygarlığı" ya da insan kurumlarındaki aksaklıklarla da ilgisi yok. Görülmedik ölçüde yırtıcı bir primatın evrimsel başarısının sonucu bu. Tarih ve tarihöncesi çağlar boyunca, insanın yıldızının parlaması çevresel tahribatla aynı zamana denk gelmiştir.
Sayfa 20
Bilim insan gücünü artırır - ve insan doğasındaki kusurları büyütür. Daha uzun yaşamamızı ve geçmiştekilerden daha yüksek yaşam standartlarına ulaşmamızı sağlar. Aynı zamanda her zamankinden daha büyük çapta hasar vermemize olanak tanır -hem birbirimize hem de yeryüzüne.
Sayfa 13
Reklam
Teknoloji üzerinde denetimlerin yaptırımı sağlanamaz. Ekinler, hayvanlar ya da insanlar üzerinde gen değişiklikleri yapılması bazı ülkelerde yasaklanmış olabilir, fakat diğerlerinde yürütülecektir. Dünya devletleri gen mühendisliğinin yalnızca yararlı amaçlar için kullanılacağına söz verebilir, ancak savaş amaçlı kullanılması yalnızca an meselesi. Dünyanın en istikrarsız devletlerinin nükleer güç edinmeleri belki engellenebilir. Fakat hükümet denetimlerinin olmadığı yerde biyolojik silahların başka güçlerin eline geçmesi nasıl önlenebilir? İçinde bulunduğumuz yüzyılla ilgili kesin bir şey varsa, o da yeni teknolojilerle 'insanlığa' tanınan gücün ona karşı zalim suçlar işlemek üzere kullanılacağıdır. İnsanları klonlamak olanaklı olsa, normal insancıl duyguları köreltilmiş ya da yok edilmiş askerler üretilir.
Sayfa 25
... aradığını eninde sonunda bulacağını düşünmek bilim öncesine ait bir görüştür- bilimi insanın gereksinimlerinden soyutlamak ve onu doğal değil, deneyüstü bir kılığa sokmaktır. Bilimi hakikat arayışı diye düşünmek, gizemci bir inancı, dünyaya hakikatin hükmettiğini ve hakikatin tanrısal olduğunu savunan Platon ile Augustinus'un inancını tazelemektir.
Sayfa 30
Moleküler biyolojinin kurucularından Jacques Monod'ya göre, hayat varlıkların doğasına bakılarak anlaşılamayan bir talih oyunudur, fakat ortaya çıktıktan sonra genler gelişigüzel değişime uğrayarak doğal ayıklanmayla evrimleşir. İnsan türü, kozmik piyangodaki şanslı atışa katılan diğer türlerin hiçbirinden farklı değil. Bu, bizim için kabullenilmesi zor bir hakikat. Monod, "Batı'nın liberal toplumları hâlâ Yahudi-Hristiyan sofuluğunun, bilimsel ilerlemeciliğin, insanların 'doğal' haklarına ve yararcı uygulamacılığa inancın iğrenç karışıklığına inanır görünmekte ve ahlakın temeli diye ortaya sürmektedir," diye yazmıştı. İnsan bu yanlışları bir yana bırakmalı ve varoluşunun tümüyle kaza sonucu olduğunu kabul etmeli.
Sayfa 37
Antik Çin ayinlerinde içi saman dolu köpekler tanrılara adak adamak için kullanılırdı. Ayin sırasında bunlara büyük saygı gösterilirdi. Ayin sona erip de artık onlara gerek kalmayınca ayaklar altında çiğnenir ve bir kenara atılırlardı. "Gökyüzü ve yeryüzü acımasızdır, bütün yaratıkları saman köpekler gibi görür." Eğer insanlar yeryüzünün dengesini bozarlarsa, ayaklar altına alınıp bir kenara atılacaklardır. Gaia kuramını eleştirenler ona bilimsel olmadığı için karşı çıktıklarını söylerler. Aslında ondan korkar ve nefret ederler, bu ne de olsa insanların asla saman köpeklerden öte bir şey olamayacakları anlamına gelir.
Sayfa 40
Reklam
Schopenhauer, bambaşka bir dünya görüşü sunuyordu -içinde ayrı ayrı varlıkların olmadığı, çoğulculukla farklılığın var olmadığı ve onun İrade dediği bitmek bilmeyen arayışın olduğu bir dünya.
Sayfa 48
Nietzsche ... Sonuna kadar inanan biri olarak, insan denen hayvandan bir anlam çıkarılabileceği gibi saçma inançtan hiç vazgeçmemişti. Tarihe önceden sahip olmadığı anlamı vermek adına gülünç Üst-insan figürünü uydurmuştu.
Sayfa 51
Hümanizm Üstüne Mektuplar adlı eserinde Heidegger -dediğine göre Sokrates öncesi filozoflardan beri-, Batı felsefesinde etkili olagelmiş insan odaklı düşünüşü reddettiğini iddia eder. Geçmişte, filozoflar yalnızca insanlarla ilgilenmişlerdi, şimdiyse insanı bir yana bırakıp "Varlık" ile ilgilenmeleri gerekiyordu. Fakat Heidegger'in "Varlık'a" yönelmesi Hıristiyanların Tanrı'ya yönelme sebebiyle aynıydı -insanların dünyadaki biricik yerlerini doğrulamak.
Sayfa 52
"Eğer bir aslan konuşabilseydi, onu anlayamazdık," demişti Ludwig Wittgenstein bir zamanlar. Kumarbaz ve doğal kaynakları koruma yanlısı John Aspinall da bu sözleri, "Wittgenstein'ın aslanlarla pek zaman geçirmediği belli," diye yorumlamıştı. Heidegger gibi, Wittgenstein da saygı uyandıran Avrupa geleneğinde bir hümanistti. Platon'dan Hegel'e kadar filozoflar dünyayı insan düşüncesinin aynası olarak yorumlamışlardır. Heidegger ile Wittgenstein gibi sonraki filozoflarsa daha da ileri giderek dünyanın insan düşüncesinin yorumu olduğunu savundular. Bütün bu felsefelerde dünya, insanların onun içinde göründüğü gerçeğinden bir anlam kazanır. Aslında insan gelene kadar dünya diye bir şey pek olmamıştır.
Sayfa 55
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.