Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün hemen ardından, on bir gün sonra Ankara'da gerçekleşmesi planlanan resmi cenaze töreni için hazırlıklar başladı. Törenin mimari açıdan odak noktasını teşkil edecek katafalkın tasarımı ünlü Alman modernist mimar Bruno Taut'a sipariş edildi. Bu arada Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nda
Herkesin akıllı olmasını beklemenin çok uzun süreceğini anladım. Bir de bunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini… İnsanların değişmeyeceğini, onları değiştirebilecek kimsenin bulunmadığını ve bunun için çaba göstermeye değmeyeceğini..!
Hz. Peygamber’i (s.a.s.) Doğru Anlamak dini kitabına şans verdim. Kitap genel anlamda akılı ele alıyor. Peygamber efendimizin kesinliği bilinmeyen hurafeler ile yüceltilip abartılmaması gerektiğini savunuyor. Benim bu kitabı doğru veya yanlış diyecek kadar ilmi bilgim olmadığını söylemek isterim.
Kitap, peygamber efendimizin peygamber olacağını bilmediğini söylüyor. Rahip Bahira olayında Hz. Muhammed'in sırtındaki nübüvvet (nebilik-peygamberlik) mührüne, başının üzerinde duran beyaz buluta ve diğer alametlere bakarak onun "son peygamber" olduğunu tahmin etmiş ve Şam'da Yahudiler tarafından öldürülebileceğini Ebu Talib'e söylemiştir. Peygamberimizin hayatında bize sürekli söylenilen bu olayın doğru olmadığı iddiasını bu kitapta okudum. Kitabı tavsiye edecek kadar ilmi bilgim olmadığını tekrardan söylüyorum. Yeterince ilmi bilgisi olan kişilerin bu kitabı eleştirmesini okumak isterim.
"Türk edebiyat tarihinin en önemli şairlerinden Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre' oyunu 1873'te İstanbul'da sergiledikten sonra Kıbrıs'a sürgün edildi. Gazimağusa'daki Venedik Sarayı'nın avlusunda yer alan, iki katlı ve kesme taştan yapılan binada kalan Namık Kemal, 1876'da affedilerek İstanbul'a geri döndü."
Ey Rabb-i Rahîm'im ve ey Hâlık-ı Kerîm'im!
Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalp ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede göre göre gayet süratle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim gibi kabir kapısına yanaşıyorum. O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünyayı, kat'î bir yakîn ile anladım ki hēliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede içindeki mevcudat dahi birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur.
(Mesnevî-i Nuriye 169.sh - Risale-i Nur)
"Aman dikkat, Kuzey Kıbrıs'ta kahveler markalarıyla birlikte söyleniyor. Türk kahvesi ile birebir olsun derseniz şeker miktarını söyleyip Mehmet Efendi diyeceksiniz. Ama gelmişken sert bir 'Kıprıs' kahvesi içmek isterseniz 'Con'u tavsiye ederim."
Hazret-i Mevlânâ (k.s.) :
"Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al!
Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!.."