Allah-u Teâlâ’nın Basîr olduğuna, her şeyi, her an eksiksiz ve mükemmel bir şekilde gördüğüne şu koca kâinat ve tüm mahlûkat işaret, delalet ve şehadet eder.
İhtilaflar insanı dinden çıkarmaz. Fakat ümmet arasında meydana gelen bu ihtilâflar, özellikle itikādi açıdan ciddi boyutlara varınca, Müslümanlar'ı fitnelere ve büyük günahlara yöneltir. Hatta o zaman insan. farkında bile olmadan kendini dinin sınırları dışında bulabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Resûl-i Ekrem'in vefâtından kısa bir süre sonra Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhüma zamanında ortaya çıkan ihtilaflar, daha sonra fitneye dönüştü ve pek çok sahābi henüz hayattayken ümmet ağır bir imtihandan geçti. Dört halîfeden sonra fitne ve ihtilaflar artarak devam etti; bunlar da İslâm ümmetinin bölünüp parçalanmasına sebep oldu.
İslam ümmeti içindeki ihtilafların sonucunda doğan grupçuluk ve hizipçilik bizi bölüp parçaladı ve ümmet olma vasfımızı tehlikeye soktu.
İslam toplumunun fitneden kurtulabilmesi, ihtilaflara düşmemesi için müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olması gerekir. Belli bir şahsın veya grubun düşünce ve hareket tarzına tabi olmaması icap eder.
İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz bize izleyeceğimiz yolu göster miş, kendi sünnetine ve doğru yolda olan Hulefa-i Raşidin'in sünnetine sımsıkı sarılmamızı emretmiş, böylece ortak hareket noktamızı göstermiştir.
Bilindiği gibi Hulefa-i Raşidîn -Allah hepsinden razı olsun- Hz. Ebû Be kir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'dir. Fahr-i Kâinat Efendimiz hadis-i şeriflerinde onların hak ve doğru yol üzerinde bulunacaklarını belirtmiş, bize de onların yolunca gitmeyi emir buyurmuştur. Hak mezheplerin hepsi, Hulefa-i Râşidin'e uyulması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir.
Dünyada yaşayan bir insan, her şeyden evvel vazifesinin ne olduğunu, neye hazırlandığını, nereden gelip nereye gittiğini ve bilhassa biraz evvel tarif ettiğimiz mânâdaki iyilik-kötülük mefhumuna göre nasıl hareket edilmesi lâzım geldiğini bilmelidir. Ve zaten bunları bilmedikçe daha yukarılara, vazife plânına çıkmaya ne lüzum kalır, ne de imkân.
Bir, Yaradan demek. İki, karanlık kaos.
Üç, dünyadır, kâinat yani. Üç kadeh en iyisi bence.
Zaten üçüncüde güneşi damla damla içersin,
Sonrakilerle de gök kubbeyi içine çekersin.
Hiçbir atomun veya molekülün herhangi bir fikri olmamıştır. Elemanların herhangi bir bileşiminden hiçbir zaman bir fikir doğmamıştır. Büyük bir ma'bed inşa etmiş bulunan bir tabiat kanunu da mevcut değildir
Biz insanlar, akıllarımız sınırlı kaldığı müddetçe, sınırsız olanı doğrudan doğruya idrak edemiyeceğiz. O halde, Evrensel bir Aklın varlığına inanmaktan başka bir çareye sahip değiliz; atomları, gezegenleri, güneşi ve yıldız kümeleriyle birlikte her şeyin temelini teşkil eden bir Evrensel Akıl.
Yer küresinin hacmini, onun uzay içinde işgal ettiği yeri ve onda göze çarpan fevkalâde düzeni gözönünde bulunduralım: Bu fevkalâde düzenlerin, sadece bir kısmının tesadüf yoluyla meydana gelmesi milyonda bir ihtimaldir.
Her bireyin bakış açısı sahip olduğu değerler yada ilkelerle farklılık arz ediyor. Bilim tapıcıları bilime bakarken yaratıcı yok diyor inançlı olanlar bilimsel verilere bakarak yaratıcının ne muazzam bir sanatı var diyor.
Okuduğum bu kitap
Bekir Topaloğlu hoca tarafından çevrilerek bize sunulmuş bir eser. Evrenin oluşumundan insan zekasının işleyişine kadar bir çok hususa kısa kısa değinen yazar bu mükemmeliklerin ihtimal hesapları ile imkansıza yakın ölçüde raslantısal olabileceğini ama her eserin bir müessiri olması şartı ile yaratıcı varlığını kabullenmenin daha makul ve tutarlı olduğunu savunuyor. Hayatı, hayat olmadan herşeyin anlamsız olacağını, hayat sahibi insanın yeryüzünde bir amaçla var olabileceğini kaos ve karmaşadan ancak bir kudret elinin nizam sağlaya bileceğini bir bir anlatıyor. Elime aldığımda bırakmak istemediğim, bırakmak zorunda kalınca da biran önce kavuşmak istediğim anlatımı hoş ve doyurucu güzel bir eser.
Bilim bizi inkâra çağırmaz imana çağırmadığı gibi ya elimiz de nur olur ya alnımızda kir. . .
Severek okuduğum bir kitap seviklerime tavsiye ederim.