"Göğe yükselen dalgaların beyaz köpüklerini çiziversem, bu engin denizinde... seni yapsam karakalem, geometrik yapını, kübik olmayan estetik bedenini..."
"devlet solgundu
ve halk, yakut bir atlas olarak
susuşu karakalem, gülüşü mirî
ve ansızın sedef bir orak
biçmiş gibi gülüşü, yahut ki
acının kol demiri
şrak, göğsüne vurulmuş"
Sıkışık saatlerin arasında, ben mi söyledimdi, insan sevmezse ölür. Gider acıda durur. Sinema afişlerindeki çocuk eve küfürler büyütür. Bitmez cümledir tezgâhlarda kızlar. Hayal, berber aynalarının kartpostal dili. Yatışmaz dışarılardır yokluk. Yenik bir akşam yürür şehre karakalem evlerden. Ara sokaklarda her gün bir cinayet kurulur. Babalar bastırılmış ihtilâl; bitkin sularda anneler ölü nilüferlerdir. İnsan sevmezse eve gelir. Gider aktarlara bakar. Yarasına biraz uzaklık basar. Küçük dükkanlarda uzun konuşur. Bin çeşit önlem geliştirir. Gökyüzü çoktan inmiştir yere. Zamansızdır. Seslerden üşür. İnsan sevmezse mezarını küçük düşürür.
Hatta on sekiz yaşındayken, karakalem çizimlerimden ikisi, Leeds'te prestijli bir resim sergısıne konmak için seçilmişti; ama Branwell erkek olduğundan, babam çalışmaya devam edecek kişinin o olması gerektiğine karar vermişti.
Eskiden penceremi aralayıp
"gel artık" diye bağırmak gelirdi içimden...
Şimdi bırak bağırmak istemeyi,
İçimden bile "gel" diyemiyorum.
Artık seni beklemiyorum...
İçimde hazla kederin ebruli karıncası
Ormanlardan masal almış bir uzun yol
Kuyuların dünya hevesi gövdemde
Alnımda karakalem bir gelecek resmi
Ağzım kanatları kesik şarkılar
İki bulanık zamandan bir tenha atlas
Gözyaşı mumlarından bir otel odası
Kumların çiçek açtığı deniz bahçeleri...
Seni sevdim. Seni sevdim. Seni sevdim.