Ne zaman bir sakıncadan kaçmaya çalışsak bir başkasına düşeriz; ama sağduyu, sakıncaların niteliklerini tanımayı ve en az kötüyü iyi olarak seçmeyi bilmek demektir.
Aşktan yana gülmesin yüzüm
Kavuşmayacaksam o uzaktan aşka
Görmedim daha soylusunu, daha iyisini
Hiçbir yerde ne uzak ne yakın
Öyle büyük, öyle gerçek ki benim için
Orada, o Müslüman ülkesinde
Seve seve tutsak olurum onun için .
Çünkü geçmiş zaman böyledir. Yaşlanmaz. Hiç ölmez. Katıdır. Akmaz ve kıpırdamaz. Orada mevsim hep aynıdır. İnsanlar aynıdır. Her şey bırakıldığı gibidir. Ve durmadan aklımıza gelir. Çünkü orada soluk alan, yaşayan, onu unutmamamız için sürekli bize kendisini hatırlatan eski kendimiz yaşar. Ve geride bıraktıklarımız.
Suyun yolunun başlangıcı ve sonu yoktur. Deniz etrafınızda ve içinizdedir. Deniz, doğumunuzdan önce ve ölümünüzden sonra evinizdir. Kalplerimiz dünyanın rahminde atar. Nefesimiz derinliklerin gölgesinde yanar. Deniz verir ve alır. Su her şeyi birbirine bağlar; yaşamı ölüme, karanlığı aydınlığa.
Sıradan insanların olağanüstü hikayeleri olur. Çocukken her yer ve her şey biraz olağanüstüdür. Belki de tam da bu yüzden tüm çocuklar doğuştan yaşamın büyüsünü görür. Ve özellikle sürekli merak ettiği şeylerin peşinden giden bir çocuk için o büyü, merak ettikçe çoğalır.
Rüya hünerli bir sihirbazdır. Varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını
değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur.
Ben hep denizciliğin sadece iki ustadan öğrenebileceğini düşünmüşümdür, birincisi deniz, ikincisiyse tekne. Peki ya gökyüzü? Gökyüzünü unuttun. Evet, tabii, bir de gökyüzü, rüzgarlar, bulutlar, gökyüzü, evet, gökyüzü.