Hayatta en önemli şey nedir? Açlık çekilen bir ülkede biri ne bu soruyu sorarsak cevap "yemek" olacak; donmakta olan birine aynı soruyu sorarsak cevap "sıcak" olacaktır. Kendini yalnız ve çaresiz hisseden birine soracak olursak cevap mutlaka "diğer insanlarla beraber olmak" olacaktır.
Ama bütün bu ihtiyaçlar giderildikten sonra, bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha var mıdır hala? Filozoflar buna "evet" diye cevap verirler. Onlara göre insan sadece ekmekle yaşayamaz. Tabii ki bütün insanlar yemek yemelidir. Ayrıca sevilmeye ve ilgi görmeye ihtiyaçları vardır. Ama bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha vardır: Kim olduğumuzu ve neden yaşadığımızı bilmek.
Neden yaşadığımız konusuna ilgi duymak pul biriktirmek gibi rastlantısal bir ilgi değildir. Böyle sorularla ilgilenen insan neredeyse bu gazegende var olduğumuzdan beri insanların üzerinde konuştukları bir şeyle ilgilenmiş oluyor. Uzayın, yerkürenin
ve burada oluşan hayatın ne olduğu sorusu, son olimpiyat oyunlarında en fazla altın madalyayı kim aldı sorusundan çok daha büyük ve önemli bir sorudur.
Kitap, bir banka görevlisi olan Mr. Lorry'nin 14 yaşındaki Lucy Manette ile buluşması ile başlar. Buluşmada Lorry, Lucy'e öldü sandığı babasının aslında yaşıyor olduğunu anlatır. Baba Dr. Alexandre Manette, Fransa'daki Bastille hapishanesinde 18 yıl gizlice hapis tutulmuştur. Sonrasında ise eski hizmetçisi tarafından kaçırılıp
Sinema sanatına özgü sorunları ele almadan önce, yüce bir kavram olarak sanattan ne anladığımı açıklamamın önemli olduğu kanısındayım.
Ne için vardır, sanat? Kimin ihtiyacı vardır ona? Sanata ihtiyaç duymak diye bir şey olabilir mi? Bu soruları yalnızca ozanlar, sanatçılar değil, sanatı alan, daha doğrusu yirminci yüzyılda sanat- kitle ilişkisinin özünü çırılçıplak ortaya çıkaran deyişle, sanatı 'tüketen' herkes kendine soruyor ve bunlara bir cevap arıyor.
Sanatla ilgili herkesin bu soruya kendince bir cevabı var. Aleksander Blok ne demişti: "Ozan: kaostan uyum yaratan"... Puşkin ise peygamber yetenekleri yüklemişti ozana... Her sanatçının, yalnızca kendini bağlayan, kendi özel yasalarını kılavuz edindiğini görüyoruz bu konuda.
Julia özlem dolu bir nefes aldı ve gözlerini kapata- rak onun yanında olduğunu ve omuzlarına masaj ya- parak bütün ağrısını aldığını hayal etti. "Eğer orada olsaydım omuzlarına masaj yapardım. Bana yaslanır- dın ve ben de seni iyileştirirdim."
"Hımm... Eminim yapardın."
"Ben sana masaj yaparken, sen de başını bacakla-
Kiliseler zaten insanı ezen yerlermiş, ruh kanatlanmazmış orada. Yedikule Camii'nin yandan çıkılan çıkrıklı merdiveni bizzat sevabın kendisi gibi güzelmiş. Hıristiyanlık teferruat, İslam sadelikmiş, ama işte sadelik de pek az kimseye göreymiş, sadeyken kendini zengin ve vasi duymak pek güçmüş, duymadan hele duyuramadan sadece İslam ile göğüs göğse yaşamak pek Müslüman harcı değilmiş. Dişçi olmak bile herkesin harcı değilken dindar olmak kaç kişinin olabilirmiş? Allah elbet "Kitap herkese inmiştir" demiş. Ne deseymiş, Nietzsche gibi "Bu kitap herkesin ve kimsenindir" mi deseymiş. Elbet bilir de söylemezmiş. Ama insan işte hem bilmez, hem anlamaya yanaşmaz, hem de kendinin sanırmış. Nasıl olsa bilineceğini bilen tanrı bunun için eğilmezmiş. Kitab'ın senin de olabilmesi bir ihtimal, sen de esasında anca bir ihtimal imişsin.
Ne görmek istediğiniz imgedir ne de duymak istediğiniz şarkı. Gözlerinizi kapatsanız da gördüğünüz imge, kulaklarınızı tıkasanız da duyduğunuz şarkıdır güzellik.
Ne oluklu ağaç kabuğu içindeki özsuyudur ne de bir pençeye takılı kanat. Sonsuza dek çiçek açan bir bahçedir, sonsuza kadar uçuşan melekler topluluğudur.
Ey Orphalese halkı, güzellik hayattır, kutsal yüzündeki peçeyi indirdiğinde hayat. Fakat hayat da sizsiniz, peçe de. Güzellik sonsuzluktur, aynada uzun uzun kendini seyreden. Fakat sonsuzluk da sizsiniz, ayna da.
"Bir anda kendini insanı altüst eden o karanlığın içinde katlanılmaz derecede yalnız hissetti; herhangi bir dost sesi duymak için, kucaklanmak, aydınlık bir odada sevdiği insanlarla birlikte olmak için müthiş bir istek duydu."
…
Böylece ilişki bittiğinde kendini gerçekten yalnız ve delirmek üzere hissetmenin ne olduğunu öğreniyor, sonun geldiğinde neyle yüzleşeceğine dair fikir sahibi oluyordun.
O kadar çok şey vardı ki beni duygulandıran; yatağın altında bir kadın ayakkabısı; etajerin üstünde unutulmuş saç tokası; "çişim geldi… " deyişleri; saç kurdeleleri; öğlenin bir buçuğunda onlarla çıkılan bulvar yürüyüşleri; içki, sigara ve muhabbet dolu o uzun geceler; tartışmalar, intiharlar; birlikte yiyip kendini iyi hissetmek; nereden geldiğini anlamadığın şakalar ve kahkahalar; havadaki mucize duygusu; arabayı park edip içinde oturmak; sabahın üçünde eski sevgilileri kıyaslamak; horladığının söylenmesi, onun horladığını duymak; anneler, çocuklar, kediler, köpekler; bazen ölüm ve bazen boşanma, ama hep sürdürerek, halletmeye çalışarak; bir sandviç büfesinde tek başına gazete okurken onun şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçiyle evli olduğunu düşünüp efkarlanmak; hipodromlar, park gezintileri, piknikler; kodesler bile; onun sıkıcı arkadaşları; senin içkin, onun dansı, senin onu boynuzlaman, onun seni boynuzlaması; onun hapları, senin aldatmaların, onun aldatmaları; birlikte uyumak...
SAHİP OLMAK YADA OLMAK
“Biliyorum ki ben, Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım anlar dışına, Hiçbir şeye sahip değilim.” Goethe
Eğer sevdiğim halde, karşımda bir sevgi doğuramıyorsam, yani sevgim bir karşı sevgi üretmiyorsa; yaşamımı seven bir insan olarak dışa vurmam beni sevilen biri haline getirmiyorsa, sevgim güçsüz
Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylediği 75 Söz | Atatürk Sözleri ve Anlamları
Cumhuriyetimizin kurucusu, başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk, yaşam şekli ve üstlendiği görevleri gereği çok yönlü bir liderdi. Verdiği demeçler, söylediği sözler, aktardıkları ve daha nicesi hayatın her alanında önemli tavsiye, fikirler ve sözleri içeriyor. Spor,
"Dikta rejimlerinin çok eski bir numarasıdır bu," dedi Idaho. "Alia da çok iyi bilir. Vatandaş dediğin suçluluk duymalıdır. Suçluluk duymak da başarısızlık hissiyle başlar. İyi bir otokrat, her fırsatta halka kendini başarısız hissettirmelidir."