elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden
gözlerim yabancı hatırladıklarına
üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın
dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa
ne burada ne hayatımda
dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla
bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya
neden dönüşler loş zamanlara saklanır
neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye
zaman nerde adılın?
kimbilir kaç yüz
kulaç derininde kalmış yüzüm
Şimdi ezberini unutmuş kapalı bir ırmak gibi
önümde bomboş akan bu aynanın
zaman nerde adılın
beni de mırıldansın
Esasen bu ülkenin tarihi boyunca saklanılamaz bir hüzün eşlik eder bu ülkenin insanlarına... inanmış olmanın hüznü... itiraz etmeyi sürdürememenin hüznü... kimbilir belki de her defasında yeniliyor olmanın hüznü...
Sayfa 1633 - Kapı Yayınları 7.Basım Mart 2022Kitabı okudu
Baba neyse de,insan annesinin dokunaklı bir aşk hikayesi olsun istiyor. O hikayenin içinde büyüdüğü rahme işlemiş olduğuna, aşkla beslenerek doğduğuna inanmak, günahkârca bile olsa aşkı tatmış bir kadının çocuğu olmak ne güzel bir duygudur kimbilir.
Hüzün, mizaçlarının temel unsuru haline gelmişti. Duyulan olaylardan başka kendi içlerinden nice insanlar ya boğazlanmış, ya da dönmemek üzere götürülmüştü! Kendine ait özelliği ile içleri kımıldatan şu günlerde kader kimbilir hangi sevgilinin boynuna ölüm ilmiğini atmaya hazırlanıyordu!..
Öyle sanıyorum ki insan zihni derinliklerindeki karanlığın içinde sorunları incelemekte, geri çevirmekte ya da kabul etmekte kullandığı bazı tekniklere sahip. Bu tür etkinlikler bazen insanın sahip olduğunu bilmediği yönlerini ilgilendirir. Kimbilir kaç kere zihnimiz dertli ve acılı, ıstırabımızın sebebini bilmeden yatağa girmiş, sabah uyandığımızda belki de karanlıktaki zihinsel faaliyetin ürünü olan yepyeni bir yöneliş, bir sarahat bulmuşuzdur. Öyle sabahlar da vardır ki, kanımız coşkunlukla kaynar, karnımız, göğsümüz sevinçle germeger, kıpır kıpırdır, oysa düşüncemizde buna sebep ya da gerekçe olacak hiçbir şey yoktur.
Bizim yalnızlıklarımız kahvehanelerde veya çay bahçelerinde yaşandı. Orada oturup bir yazımı, bir öykümü bitirdiğimde, bitişikteki masalarda kimbilir kimlerin kaç kez oturup kalktığını ayrımsamazdım bile. Garsonların kaç sefer servis yapmış olduğunu ancak hesabı öderken bilmiş olurduk! Mumun ve lâmbanın hasıl ettiği yalnızlığın ortadan kalkmasından sonra şimdi sanıyorum kıraathanelerin ve çay bahçelerinin yalnızlığı da ortadan kalkıyor. Onun yerine belki bilgisayarın getirdiği yeni bir tür yalnızlık geliyor. Ama acaba bu yalnızlık, o yalnızlık mıdır? Ve bu yalnızlıkta, o yalnızlığın insancıllığı ne kadar vardır? Daha da kötüsü, acaba bilgisayar yalnızlığı bile bir gün hasretle mi anılacaktır?