Böylece nisan ayı bitiverdi. Kiraz çiçekleri döküldü, yeni sürgünler belirdi, manolyalar açtı, mevsim yavaş yavaş değişti. Günler düzenli, pürüzsüzce ve hiçbir şey olmadan akıp gidiyordu.
Biz adımlarımızı tramvaylara, otobüslere doldurarak işimize giderken, Allah’ın göklerine arkasını çeviren nobran yapılarda rakamlar, meseleler, makinalarla çırpınırken göklerde ne nur topu gibi baharlar doğuyor! Nice kayısı renginde yazlar olup geçiyor, nice sonbaharlar tutuşup sönüyor! Ne gümüş kışlar eriyip gidiyor. Bütün bunlardan bihaber gündelik iş hayatının tesbihini tevekkülle çekip duran biz zavallılar tabiatta olup bitenlerden bizleri de haberdar etmelerini boynumuzu bükerek sanatkârlardan bekleriz.
Oruçtur.
Bir kuşluk gibi, ağaçların arasından, kuş seslerinin marul içi tazeliğindeki bebeksi sevinçlerinin içinden GÜNEŞ NEŞESİ'nin yürüyerek insanları kuşatışı gibi gelen Oruçtur.
Yüzünde nur, elinde Kur'an, dudaklarında salâvat, yüreğinde Yaratan sevgisi ve korkusu, hayalinde ideal islâm yurdu, kafasında gerçekçi gurursuz akıl,
Bahar mı geldi?
Kara kış munis bahar rolünü mü üstlendi yoksa?
Beyaz düşler için yumuşak yumuşak...
Baharların içinde tek yumruk duran;
Mayısın biri vardı değil mi?
Şura-lara mı saklamıştık?...
(hiç bakmadık ki bulalım.)
Kiraz ayı geliyor çocuklar!
İlk gün onar tanelik kiraz demetleri
Sonra ağzına kadar dolu kiraz sepetleri
Daha sonra pembe bir çift kulağın arkasından bakan
Sarı kirazların bal rengi gözleri
Bizim ruhumuz bile duymadan gelip geçen mevsimleri, açıp solan çiçekleri bize hatırlatan sanatkâra minnet dolu gözlerle bakar, onu bağrımıza basmak isteriz. Bizim zavallı gözlerimizin bir lastik top gibi çarpıp geri geldiği ufukları sanatkârlara bırakırız.O içini bir güvercin gibi ufuklara doğru salıverir, bizim muhayyilemizi aşan ufuklardan bize renkler, kokular ve sesler getirir. Bize Allah’ı anlatan o olmuştur. Bize kendimizi anlatmasını yine ondan bekler dururuz.
16. ASIR ŞAİRLERİNDEN EDİRNELİ NAZMÎ
Türkiye’de Osmanlı sülalesi hâkim olduktan sonra(1) acem taklidi divan edebiyatının kuvvetle yayılarak milli dil ve kültürümüzü şiddetle tehdit etmesi üzerine on beşinci asrın sonlarında Türkiye’de bir dilde milliyetperverlik cereyanı baş gösterdi. Aruz vezniyle olmakla beraber, yalnız Türkçe sözler ve hatta
Bulut düşer, ay düşmez; kova derin takılı
Ak bir cumba içinde ak bir ateş yakılı;
İçinde hafızamın,
Sokulgan bir yamyamın.
Kirazda bir kurt gibi mızrakları çakılı!
Bunak bir köprüdeyim: suya ermem gerekli,
Suya ermem gerekli; sular benden yürekli,
Su tafralı, görgülü,
Yüreğim bir su gülü,
Yüreğim kar üstünde kiraz gibi benekli.
Eğer ben ayna isem, bir taştır, havadadır,
Üstüme geliyordur; inattır, budaladır,
Ah keskin yarım benim,
Susanım, dinleyenim:
Âhır sözüm kirazlar gibi daldan daladır.
Ay benekli sarı ya, ay gönlümün narı ya:
Ben bu ayı salladım buluttan yukarıya;
Susuzdunuz, ben susuz,
Tüm kirazlar uykusuz,
Boş gökyüzü, boş soğuk: kova yarı yarıya!.