1002. Gece Masalları kitaplarını, 1002. Gece Masalları sözleri ve alıntılarını, 1002. Gece Masalları yazarlarını, 1002. Gece Masalları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Kimsin sen?'”
“0yun kurucuyum. Artık büyük acıyı yüreğimde hissediyorum. Oyundan artık çıkmak istiyorum.”
Bebeğimin hıçkırıklarını duyuyordum. Korku içinde annesine sığınmıştı. Bana korkuyla bakıyordu. Böylesine büyük bir laneti nasıl tasarlayabilmiltim? İnsanları böylesine büyük acılar içinde bırakma hakkını kendimde nasıl görmüştüm? Ben nasıl bir tasarlayıcıydım ki, ölümle ve korkuyla insanları oyuna yönlendiriyordum? Ben nasıl bir tasarlayıcıydım ki, insanlara mutlu olabilmeleri için küçücük bir zerre verirken acının egemenliğini sınırsız bırakmıştım. Ama acının egemenliğinden kendim de örselenmiştim. Ben nasıl bir tanrıydım ki, korkunun egemenliğinde yaratttklarımın bana biat etmesini beklemiştim.
Bu oyun yanlıştı; hatalarla doluydu; yaratılan her şeyin yükü omuzlarımı ezdi. Bu yükü kaldırmam mümkün değildi. Çok uzaklarda kalan o sesi anımsadım:
"Oyundan çıkmak ister misin?" diyordu o sarışın kadın; denizin berrak mavi dalgalarının üzerinde dururken soluk güzelliğiyle karşımda duruyordu.
"Oyundan çıkmak için gerekli hamleyi yaptın!" Avucumda silah vardı. Metalin soğuklugunu hissediyordum. İçinde mermi kalmamış olmalıydı. Ama oyun kurucu olan ben değil miydim? Gülümsedim karıma ve bebeğime.
Sonra usul bir sesle "Oyundan çıkmak istiyorum," dedim ve tabancanın içinde son bir merminin olmasını istedim. Ardından tetiği çektim.
"Kimsin sen?" diye hırıldadı.
"Seni yaradanım. Senin tanrınım." dedim. Bir şeyin farkına vardım, kuralları koyan bendim ve onu suçlayan da ben. Bu haksızlıktı, doğru değildi. Yaratanın yarattığından sorumlu olması gerekliydi.
Başlangıçta dayanılmazdı; tüm alışkanlıklarım, davranışlarım, konuşmam, gülmem, ağlamam, hepsi içime saplı birer bıçaktı sanki, birbiri ardı sıra çekilip çıkarılıyorlardı.
Ölmek yok. Hurili, Nurili, şarap ırmaklı cennet yok. Tekrar tekrar azap çekme, herkes olma hâli sürüp gidecek. Kula dünyayı tanrı gözüyle göstermedir belki bu. Sonu gelecek mi bilemeyiz. Belki bengi dönüştür. Fasit dairedir.
Alev alev yanan bir cezahane yeri fikri kısa menzilli zihinler içindir. Esas cehennem bilincinize çıkış noktası, istencinize serbesti tanımayan tekdüzeliktir.
Kadın bordo eteğini, siyah bluzunu ve yüzünü ölçüp biçerek gülümsedi. Bir şey söylememiş, elini sıkmaya falan kalkışmamış, sadece gözlerini açıp kapatarak merhaba yollamakla yetinmişti. Aşinalık yüklü bakışları bedenini kendi tipiyle kıyaslamaktaydı. Kadınlar bunu çok ayrıntılı bir şekilde yapma hassasıyla doğarlardı. Erkekler boya, omuzlara bakmakla yetinirken onlar göz açıp kapayana kadar inanılmadık ölçülerde ayrıntı bolluğu gözlemleyebilirlerdi.
Dini bir gevşek bir bütün. Haç, Davut yıldızı ve hilâli aynı anda özümsemiş gibi. Buda'nın öğütleri her saniye aklında. Birinden birine yönelmesi otomatik olarak gerçekleşmekte. Mezhep farklılıklarını bile hissedebiliyor. Derinlerde bir yerde bunu tahammül edilmez bulan bir yanı var. Çok uzakta ve güçsüz bir muhalefet. Aynı takatsiz karşı koyma kadınlığına da hırlıyor. Belki bu nedenle sık sık memelerini yokluyor, küçük çanta aynasıyla uzun uzun çıplak kalçalarını seyrediyor.
Çok kişilik barındırma sorunu geceleri seri rüya bağlamaları çalıyor. Bu cümbüşlü gece etkinliğinin en yıpratıcı tarafı karabasan basamaklarıyla çıktığı bitimsiz merdiven. Her basamak yıkım, korku, gözyaşları, ilenme, kin ve nefretle yüklü. Sabaha karşı ter içinde tir tir titreyerek uyanıyor.
İşe nasıI gittiğini son zamanlarda hiç anımsamıyor. Gidiyor ve geliyor. Minibüs, vapur, otobüs, taksi hatta uçak. Bunların hepsini kullanıyorum duygusu hakim. Çark dönüyor ama.
Düşündükçe kötümser olmak için bir sebep olmadığını fark etti. Altı ucu, üç harf kaybetmişti. Alfabenin kalanı emrindeydi hâlâ.. Hatta iki harf sayılırdı; "R" için tasalanmaya gerek yoktu, pek çok insan onu zaten söyleyemezdi. Dişleri kırılsa, dökülse, düzgün söyleyemeyeceği çok daha fazla harf olacaktı. Eğer çekindiği anlaşılamamaksa insanlar ağızları doluyken bile yarım yamalak dertlerini anlatabiliyorlardı. Alay edilmekten korkuyorsa önemli olan nasıl konuştuğu değil, ne söylediğiydi. Evet, konuşmaktan vazgeçmemesi; harfleri eksik de olsa kelimelerden kaçmaması gerekiyordu. Bunda utanılacak bir şey yoktu, kent düzgün konuşamayan insanlarla doluydu. Hem hâlâ sadece gülerek ve ağlayarak iletişim kurabilen bir bebekten daha iyi durumdaydı. Belki harf kaybetmeye devam edecekti ama daha şimdiden henüz elinde olanların yasını tutmaya gerek yoktu.