You can find Featured Acının Kaynakları books, featured Acının Kaynakları quotes and quotes, featured Acının Kaynakları authors, featured Acının Kaynakları reviews and reviews on 1000Kitap.
...insan korkudan kaçabilir ama kaygıdan kaçamaz. Dolayısıyla korku ve kaygı hem benzerdir, hem de farklı. Bu ikisinin bir arada bulunduğu gerçeği ise fenomenoloji sularını iyice bulandırır.
Bergler, çocuksu tümgüçlülüğün korunmasının kaygının azaltılması bakımından ve benlik doyumunu sağlayan bir kaynak olarak asli önem teşkil ettiğini öne sürmüştür. Çocuk aşırı düzeyde bir engellenmeyle karşılaştığında, tümgüçlülüğü tehlikeye girer. Çocuk küçük düştüğünü hisseder ve bunun sonucunda da öfkeden kudurur. Yetişkin faillerle “ödeşemeyecek” kadar biçare olunca da bu saldırganlığını kendi üstünden boşaltır. Ne var ki tümgüçlülük görüntüsünü muhafaza etmek amacıyla onu libidolaştırır ve hazsızlıktan haz çıkarmayı öğrenir. Doğuştan gelen bir temayül, haz-içinde-hazsızlık örüntüsünü mümkün kılmıştır. Bu olaylar daha sonra yetişkinlikteki ruhsal mazoşizm örüntülerine evrilir. Bergler, bu bağlamda üç adımlı dizisel bir süreç tarif eder: (a) mazoşist, hayal kırıklığının ve küçük düşmüş olma hissinin fitilini davranışlarıyla bilinci dışında ateşler ve bundan yine bilinçsizce haz duyar; (b) kendi provokasyonunun bilgisinin yerine başka bir şey koyarak hakarete haklı bir öfkeyle karşılık verir ve (c) böylesi bir “yalancı saldırganlık” daha fazla yenilgiye yol açınca, bilinçli olarak kendine acıma uğraşına kapılır. Bilinçdışında, bu mazoşist hazda zevk almaktadır.
Freud: “Kaygı, bastırmada sıfırdan yaratılmaz; hâlihazırda, mevcut hatırlatıcı imge doğrultusunda bir duygulanım durumu olarak yeniden üretilir. Duygulanım durumları, kadim travmatik deneyimlerin öncülleri olarak zihnin bünyesine katılmıştır ve benzer bir durum yaşandığında hatırlatıcı imgeler gibi yeniden canlanır.
Her bir durum veya tehlike, yaşamın belli bir dönemine veya zihinsel aygıtın belli bir gelişim evresine denk düşer ve ondan dolayı meşru olduğu izlenimi yaratır.”
..
-bazı tehlike durumları birey olgunlaştıkça tahliye gücünü yitirir, bazıları ise daha güncel biçimlerde varlığını sürdürür.
Daha utanç verici olan ise sahte ve taklit ürünlerin kendimizin pek de asilce sayılamayacak gizli itkilerine vekâleten bir doyum sağlaması olasılığıdır. Bir şeyi başarmak için gösterilmesi gereken çabaya ve bir konuda ustalaşmak için beklemek zorunda olmanın çaresizliğine karşı duyduğumuz çocuksu tahammülsüzlük, hiçbir emek veya pratik gerektirmeyen hızlı sonuçlar elde etmeye yönelik bastırılmış arzularımızı körükleyen sahtekâr kişi üzerinden kendine gizli bir geçit bulmuş olur. Sahtekâr kişi bize, istemeye istemeye vazgeçtiğimiz tümgüçlülüğün aslında karşılanabilir olduğunu söyler. Öğrenme, pratik ve çok çalışma gibi nizami sınırlardan geçmeyen bir yol serer önümüze. Ve biz de onun bu cazip teklifine memnuniyetle kapılırız. Daha kabaca ifade edecek olursak, sahtekâr ile aramızdaki gizli anlaşma şöyle bir şeydir: “Eğer Teksas'taki bir adam Van Gogh çizebiliyorsa, belki biz de büyük ve hatta imkânsız başarılara imza atabiliriz. Eğer o kuralları çiğneyip başkalarını kandırabiliyorsa, belki biz de bize yasak olan şeyler hususunda benzer bir yol izleyebiliriz.” Sahte bir ürünle karşılaştığımızda zar zor bastırdığımız bir heyecan ile karışık leziz mi leziz bir suçlu korku dalgası hissetmemize şaşmamalı. Bir gün elinize sahte bir yüz dolar geçerse, ne demek istediğimi gayet iyi anlarsınız.
... Ebeveynler çocuğu yetiştirirken yaşadıkları zorlukları onun kafasına kaktığında çocukta uyanan “kötü olma” hissidir. Örneğin hamileliğinde ve doğumda yaşadığı zorlukları (“Biliyor musun, sen doğduğunda o kadar kanamam oldu ki az daha ölüyordum”) çocuğa tekrar tekrar anlatan anneler, ona muazzam bir suçluluk yüklemiş olur. Benzer şekilde, kültürel açıdan altüst olmuş yaşamlarını evlatları için yaptıkları bir fedakârlık (“Senin daha iyi bir hayatın olabilsin diye bu ülkeye geldik”) kisvesi altında göze sokan göçmen aileler de çocuğa büyük bir suçluluk hissettirir.... Gündelik dertlerinden şikâyet eden çocuklara bu ebeveynler şöyle cevap verme eğilimindedir: “Sen dert görmemişsin!” Veya, “Bu mu dert? Sen bir de benim ne çektiğimi bilsen!” vesaire. Böylesi karşılıklar alan çocuk, kendi sorunlarını dile getirdiği için kötü hisseder ve suçluluğun etkisi altına girer.