İçimde geç kalınmış bazı şeylerin pişmanlığı var, eksikliğini onu kaybettiğimizde anlayacağımız şeylerin pişmanlığı... Zamanı durdurmanın da yavaşlatmanın da ihtimali yok. “Çağır” diyor durmadan içimden bir ses! Çağır! Ama nasıl?
Kelimeleri çağırmak, konu komşuyu davet etmekle aynı kefeye konur mu hiç? Üstelik hem davet ediyorum hem de hazırlığımdan endişeliyim. Ama camı pencereyi silmek, türlü ikramlıklar hazırlamak, yoluna kırmızı halılar sermek gibi hazırlıklar da kâr etmez ki böylesi bir davet için, bunun da farkındayım.
Elimden geldiği kadar toparlamaya çalıştım ortalığı. Dünyaya geldiğimden beri söylediğim bütün kelimeler eski şimdi. Ben, dilime, hiç uğramamış kelimeleri çağırıyorum. Kelimenin kıtlığı mı olurmuş diyen, beni yazar belleyip de heybemin sözcüklerle dolu olduğunu sananlara bile diyecek sözüm yok. Burada kalemim küçülüyor, ben yazdıkça heceler, alıp başını gidiyor.