"Newton’un evrendeki determinizmi ve mekanizmi adeta ispatlaması, çok sonraları Freud’un insanın kendisine bile hükmetmekten aciz olduğunu ileri sürmesi ve nihayet Darwin’in insanın tesadüfi mutasyonlarla oluşan, hayvandan farksız sıradan bir organizma olduğunu göstermesiyle birlikte sürdürülmesi adeta imkânsız hale
gelmiştir. Tanrı’yı devre dışı bıraktıktan sonra, bahsedilen bilimsel veriler ışığında insanın asli ve aşkın bir değerinin olabileceğini söylemek zordur."
"Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise İbrahimi dinlerin Tanrısının eline güç geçirmiş hasbelkader bir varlık olmadığı; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, tek olan ve nihai
iyi olan gibi birçok özellikle dolu olduğudur. Yani Tanrı, tanım
ve içerik yüklü bir kavramdır. Bu nedenle Tanrı’nın dilediğini
ahlaken doğru ya da yanlış olarak atayabileceğini öne sürerken
Tanrı’nın rastgele hareket etmediği ve barındırdığı niteliklere
uygun hareket edeceği göz önünde bulundurulmalıdır."
"Batı felsefe tarihine bakıldığında Orta Çağ’da yalnızca ahlak anlayışının değil, tüm felsefenin Hristiyan teolojisinin boyunduruğu altında olduğu görülmektedir.
Bu paradigmanın etkisi altındaki Orta Çağ Batı düşüncesinde ve aynı zamanda altın çağını yaşamakta olan 8-13. yüzyıl İslam felsefesinde ahlak ile din arasında sıkı bir birliktelik vardır."
“Gözlemlediğimiz evren tam da beklediğimiz gibi en temelde hiçbir tasarımın, amacın, kötülüğün veya iyiliğin olmadığı, sadece kör,acımasız bir kayıtsızlığın bulunduğu özelliklere sahiptir”
– Richard Dawkins, bilim adamı.
Mutluluk, felsefe tarihindeki en büyük içsel değer adaylarından biri olagelmiştir. Zira mutluluğun başka bir şey uğruna değil, sırf kendisi için arzulandığı ve her şeyden bağımsız şekilde kendisinde değer sahibi olduğu düşünülür.
Peki kendimize değer vermemiz gerektiği ve bizim değer vermemiz sayesinde kendimizin ya da herhangi bir şeyin gerçekten değerli olabildiği iddialarını kabul etsek dahi, buradan
evrenselliğe nasıl geçeceğiz?