Bazen sonradan pişman olacağı şeyler kaçırıyor insan ağzından. Ya da hayır, pişmanlık değil. Öyle keskin bir şey söylüyorsun ki karşındaki bunu bütün hayatı boyunca unutamıyor.
Mutluluğun tanımını yapmam gerekse, şöyle olurdu: Mutluluk içimizde yaşanır, şahitlere ihtiyacı yoktur. Tolstoy’un Anna Karenina’sının ilk cümlesi şöyledir: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Buna yalnızca bir şey eklemek isterim ki, mutsuz aileler –ve bunların içinde öncelikle mutsuz karıkocalar– sorunları tek başlarına halledemezler. Ne kadar çok şahit olursa o kadar iyidir. Mutsuzluk hep arkadaş arar. Mutsuzluk sessizliğe katlanamaz – özellikle de yalnızken hüküm süren huzursuz edici sessizliklere katlanamaz.
Hiçbir şey yokmuş gibi davranmakla, bir şey olmuş oluyordu zaten, daha açık nasıl ifade edebilirim bilmiyorum. Tıpkı önünden geçip gittiğiniz bir kaza gibi, zira kan görmeye dayanamıyorsunuzdur, hayır, daha basit bir örnek verelim: Yolun kenarında ezilmiş bir hayvan vardır, onu görürsün, uzaktan ezilmiş hayvanı görmüşsündür, ama bakmazsın. Kan ve dışarı çıkmış bağırsak görmek istemiyorsundur. Bu yüzden başını çevirirsin, mesela havaya bakarsın, ya da uzakta çayırda yeşeren otlara- yolun kenarı dışındaki her şeye.