Anarşi ve Hıristiyanlık

Jacques Ellul

Anarşi ve Hıristiyanlık Posts

You can find Anarşi ve Hıristiyanlık books, Anarşi ve Hıristiyanlık quotes and quotes, Anarşi ve Hıristiyanlık authors, Anarşi ve Hıristiyanlık reviews and reviews on 1000Kitap.
"Eğer bir ilde yoksulun ezildiğini, yasaların ve adaletin ihlal edildiğini görürsen, hiç şaşırma; görevde olanın üstünde onu izleyen biri vardır ve daha yukarıda onlardan da üstünleri vardır."
İkinci kral, Davut büyük ün saldı. O, İsrail'in en muhteşem kralıydı. O daima model olarak alındı. Bir başka yerde de yazdığım üzere, o İsrail'in kralları arasında bir istisnaydı. Öyle ki Vernard Eller onu daha da uç noktaya taşımıştır. Ona göre, Da- vut, anarşi anlamında oldukça iyi bir örnektir. Buna ilk neden, pasajlarından birinin (2. Samuel 12:7-9) Davut'un kendine ait hiçbir şeyinin olmadığını göstermesidir. Onun üzerinden böyle yapan Tanrının kendisidir. Zaferi, onun kendi hükümranlığına değil, yalnızca' Tanrının cömertliğinedir. Eller, Davut'un hükümranlığı süresince tüm yaptıklarının daha sonraki yüzyıllarda İsrail'in krallarına büyük felaketler getirdiğini belirtiyor. Burası oldukça önemli. (Fransa'da 14. Louis'nin tüm yaptıkları 18. yüzyılda politik hatalara ve böylelikle devrime yol açmıştı.) Ayrıca, İncil, Davut'un tüm hataları üzerinde ısrarla durmuştur: düşmanlarını öldürmesi, arzuladığı bir kadının kocasının ölümünü düzenlemek, hükümdarlığı süresince devam eden iç savaşlar vb. Davut ne suçsuz ne de muzaffer olarak gösterilmektedir.
Reklam
Mısır'dan kaçışın ardından, İbrani halkı ilkin karizmatik bir lider önderliğindeydi ve çölde geçen bu kırk yıl süresince ger- çekten de (Mısır'dan Çıkış'taki kimi imalara rağmen) tek bir önemli örgütlenme olmadı. Daha sonrasında, Kenan Diyarını istila ve fetih için askeri bir lider, Joshua belirdi; ancak bu sadece kısa bir süreliğineydi. (Kimi bilginler İbrani halkının gerçekte tek orijinden küçük bir grup insan olup olmadıklarına kuşkuyla yaklaşmaktadırlar.) Halihazırda belki de Musa tarafından bir araya getirilen halk, klanlara ve kabilelere ayrılmıştı. On ik i ka- bilenin her birinin kendi lideri vardı; ancak bunlar somut olarak çok zayıf bir otoriteye sahiptiler. Önemli bir karar alınması ge- rektiğinde, ilahi ilham için ritüel kurbanlar adanır, dualar edilir, bildik bir meclis toplanır ve son sözü söylerdi. Joshua'dan sonra, her kabile kararlaştırılmış, ancak büyük çoğunluğu tam anlamıyla fethedilememiş yerlerden kendibölgelerini oluşturuyorlardı! Kabileler yerleşmeyi bitirdiklerinde, ilginç bir sistem kuruldu. Kabilelerin prensleri yoktu. Aristokrat olarak düşünülebilecek aileler ya yok edildiler ya da mağlup oldular. İsrail'in Tanrısı sadece ve sadece kendisinin İsrail'in lideri olabileceğini deklare etti. Yine de bu bir teokrasi değildi; Tanrının dünyada bir temsilcisi yoktu ve kararlar kabile meclisleri tarafından alınıyordu.
Kiliseler kendilerini yönetim şekillerine adapte ederlerken, bir yandan da karşı ideolojilere adapte olmuşlardır. İmparatorluğun evrensel olduğu (ya da öyle göründüğü) dönemde, tüm Avrupa'yı kapsayan, ulusal farklılıkları aşan, evrensel bir Hıristiyanlık anlamına gelen Batı'daki kilise vurgusu da ilgi çekicidir. Daha sonrasında, Batının uluslara ayrılmasıyla birlikte kilise de ulusal olmuştur. Joan of Arc , bir erken dönem ulusalcı Hıristiyandır." 16. yüzyıldan sonra artık savaşlar ulusal olmaya başladı ve kilise de daima kendi devletini destekledi. Bu, inanmayanlara karşı büyük bir aşağılama ve inananlar için de ciddi bir skandal olan Gott mit uns'a* yol açtı. İk i ulus birbiriyle savaşırken, her ikisi de İncil öğretilerini inanılmaz biçimde değiştirerek, sanki onlar İbrani Incili'ndeki seçilmiş insanlarmış ya da bu savaş bir din savaşıymış ve politik düşman da Şeytanmış gibi, Tanrının onların tarafında olduğundan emindiler.
Hristiyan inancı düşünüldüğünde, birbirine bağlı iki soru belirir. Bir, gerçek; iki, kurtuluş. Dine yönelik suçlamalardan birinin, mutlak gerçek olduğundan söz ettik. Bu ortadadır ve Hristiyanlık da suçlamalardan kaçmamaktadır. Ancak, Hristiyan gerçeğinden söz ederken kastettiğimiz nedir? Ana metin, isa'nın sözüdür: "Ben gerçeğim." Daha sonraları söylenen ve yapılanların aksine, gerçek, dogmalardan ya da papaların, konseylerin kararlarından oluşan bir toplam değildir. Bir doktrin değildir. Gerçek, bir kitap olarak düşünülen İncil de değildir. Gerçek, bir insandır. Bir soru değildir; Hıristiyan doktrinine bağlanmak değildir. Gerçek, bizimle konuşan bir insana güvenmek sorunudur. Hıristiyan gerçeği, ancak ve ancak inançla ve inanç yoluyla kavranır, duyulur, alınır. Ancak, inanç dayatılamaz. İncil bize bunu söyler ve tabii sağduyu da. Ortada güvensizlik varken, bir kimseyi birine güvenmeye zorlayamayız. Hiçbir koşulda, Hristiyan gerçeği; şiddet, savaş vb. ile empoze edilemez.
Din , bundan böyle su götürmez bir biçimde savaş kaynağıdır. Benim kişisel yanıtım şöyledir. Savaşı kutsal bir görev ya da (kimi yerli Afrika kabilelerinde olduğu gibi) ritüel olarak gören din ile şiddetin her türlüsünü eleştiren, kınayan, reddeden, yok eden din arasında büyük bir fark vardır. Birincisinde, doğru olduğu söylenen merkez mesaj ile savaş açmak arasında uzlaşı söz konusudur. İkincisinde ise, dini mesaj ile savaş açmak karşıt noktalardadırlar, iktidarlar, aydınlar ve halklar savaşkan vaazlarla bir savaşın meşruluğunu şiddetle destekliyor olsalar bile, bu durumda inananların görevi, ilahi mesajın özünü anımsatmak ve radikal karşıcılıkların ve savaşa çağırmanın yanlışlığının altını çizmektir. Doğaldır ki, bu oldukça güçtür, inananlar, kendilerini böylesi bir sosyolojik durumdan sakınabilme yetisine sahip olmalı, aydınlara ve ayak takımına karşı durmak cesaretini gösterebilmelidirler. İşte, Hıristiyanlığın sorunu buradadır. Özünde "Tanrı, sevgidir; komşularımızı en az kendimiz kadar sevmeliyiz," düşüncelerini barındıran bir dinin nasıl olup da Isa aşkına asla aklanamaz, kabul edilemez savaşlara girişebildiğini anlayabilmem olası değildir.
Reklam
13 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.