Hermenötik Bir Deneyim Kur'an Tedkikleri 2

Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an

Dücane Cündioğlu

Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an Quotes

You can find Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an quotes, Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Dil'in genel bilgisi (muvadaa) ile sözün sahibinin muradı (kast-ı mütekellim) arasındaki ilişkinin sınırları (bağlam) bilindiği takdirde ancak doğru anlam kendisini ifşa eder; zira bu sınır doğru çizilemediğinde (bu iki ilkeden biri ihmal edildiğinde) ya da sözün sahibinin kurduğu yapı ve bütünlük, muhatab tarafından aslına uygun bir biçimde inşa edilmek yerine tahrib edildiğinde kimsenin kuşkusu olmasın ki anlam buharlaşıp yok olur.
Kendisine istinaf edebileceğimiz "ilkeler" gösterilmedikçe, dileyen dilediği bir biçimde (msl. sırf kendi arzuları doğrultusunda) Kur'an'ı konuşturur ve o zaman da hiç kimse, "okur'a tanınan özgürlük" gereği metin'en onay almamış olsa bile bu yorumlara karşı çıkma gücünü kendisine bulamaz. Oysa ilkelerin tesbitine çalışmak, günümüzde oldukça revaç bulan "öznelcilik" cereyanının yol açtığı kaostan çıkmak için belki de en güvenilir yollardan biridir.
Reklam
sözün sahibinin muradını bilmek, sözünde, kendisinde ifade edilmiş olduğu dilin genel kurallarını bilmek kadar önemlidir; zira anlam, bireyin, dilin (msl. ana-dilinin) bütünlüğünden hareketle oluşturduğu zeminde tezahür eder; birey, muradını bu bütünlükte, bu bütünlüğünde içinde ifadeye dönüştürür ve böylece, aslında dilin bir parçası olacak yeni
Anlam, metnin mevsukiyet ve bağlamın sıhhati ile temin edildiğinden, dolaylı (ikincil) muhataplar, anlam'ı bu ilişkinin paranteze aldığı zeminde zabt u rabt etmek zorundadırlar. Bu zemin ortadan kalktığında, anlam genişlemeye, genişledikçe de buharlaşmaya başlar; sonunda da uçup gider. Bu zemin ortada olmadığında, hiçbir zeka, anlam'ı aslına irca edemez, sadece tahmin edebilir. Anlam tahmin edilmeye başlanırsa, söz'ün ardındaki iradenin yerini, dolaylı muhatapların arzuları, beklentileri alır ve bu takdirde söz'ün bir muradı kalmaz. Sözün bir muradı kalmayınca da en nihayet söz'ün kendisi ortadan kalkar.
Kur’an, A llah'tan sakınan herkese (B akara/2) ve tüm insanla- ra (B akara/185) rehberlik etmek üzere Rabb’ul-âlemin tarafından indirilmiş bir kelâm-ı İlahî olm ak hasebiyle rehberlik görevini dün olduğu gibi bugün de icra edecek kuvvettedir. Ne var ki günümüz müslümanı ile, kendisine iman etmiş olduğunu söylediği bu Kitab arasındaki mesafe bugün iyice açılmıştır ve maalesef açılmaya da devam etmektedir. Yeryüzünde, insanlığın son şansı olan bu müba- rek kelâmın o hayat verici nefhasından mahrum olan milyarlarca insanın yaşadığı bir yana, onun hitabına m uhatab olmuş, ona iman etme şerefine nail olmuş bir o kadar insanın da yine bu nefhadan mahrum oldukları, en azından gereğince onu okuyam adıkları, oku- salar da anlamadıkları reddedilemez bir vakıadır.
"bir dili (=lisan'ı), dilde, dille ifade edilmiş bir sözü (kelam'ı) anlama'nın, sözün sahibinin, sözün ait olduğu dilin bütünlüğü içerisinde ve tabiatıyla o dilin imkanları çerçevesinde dile getirdiği muradı anlamak demek olduğunu söyleyebiliriz. Anlama (anlaşma), burada dilin imkanlarıyla gerçekleşmekte, sözün muradı -kaçınılmaz olarak- dilsel bir forma bürünmektedir. Maksatlar dilsel bir forma büründüklerinde, tarihin konusu olmaktan kaçamazlar. Tarihin konusu olan her şey gibi, söz de sözcükler de artık sadece dilsel değil, aynı zamanda tarihsel bir nitelik kazanırlar. Sözün ilk muhatapları tarihte kaldığında, tarihe karıştığında, anlam bu sefer metin (text) ile bağlam (context) arasındaki ilişkide tezahür eder.
Reklam
Anlama faaliyetinin sonucunda, anlam kendisini iletenin muradına uygun bir biçimde tesbit edilemediği ve bildirimde bulunanın murada aynıyla irade edildiği gibi kavranamamışsa, anlayan özne, anlamın yapısına onu çözmek üzere değil, onu yeniden ve fkat bu sefer kendine özgü bir biçimde kurmak (daha doğrusu "tahrib etmek") üzere dahil olmuş demektir. Bildirimde bulunanın muradına tekabül etmeyen bu kurgu "anla(ş)manın" ilkelerine riayet etmediği için açıkça saymacadır, sahtedir. Bu tesbit, anlama'nın bir yeniden gerçekleştirme olduğunu yadsımıyor, sadece bu yeniden gerçekleştirme'nin sınırlarını çiziyor, aslına uygun bir tekrarlama'nın ötesine gittiği takdirde haddini tecavüz edeceğini söylüyor.
Sözün sahibinin ne söylemek istediğini bir kenara iterek sadece ne söylemişse onunla ilgilenmek, anlayan öznenin anlamı tayinde kendisini tek yetkilil olarak ilan etmesinde başka bir mana ifade etmez; zira ortada bir söylenen (metin) ve bir de söylenmek isteneni kâle almaksızın onu anlayabileceğini iddia eden muhatab bulunmaktadır. Oysa metnın ardında anlamı metne yükleyen, bir şey söylemek isteyen özne vardrı e bu nedenle anlam, sözün sahibinin muradı dikkate alınmaksızın tayin edilemez, sadece çoğalır; bu takdirde "anlatılmak isten" (murad) kaybolur ve ortalığı "anlaşılmak istenen(ler)" sarar.
Anlam, sadece lafızda, lafzın kendisinde bulunan muayyen bir vurgudan ibaret değildir. Anlam, aynı zamanda lafzı kullananın söyleminde, onun niyet ve yönelimlerinde aranılan, teşhis edilen bir şeydir de...
Bir Kur'an ayetinin hangi anlama geldiğini bilmek isteyceklerin, öncelikle ayetin nasıl ve niçin o anlama geldiğini bilmeleri gerekir. Çünkü anlama'nın konusu olan Kur'an ile anlama'nın kendisi hakkında açık-seçik bir tasavvura ulaşıl(a)madığı, lafzın manaya delalet yolları, anlama esnasında nelerin olup bittiği, kısaca anlama'nın ilkeleri bilin(e)mediği takdirde, bir ayetin anlamının, o ayetin doğru ve/veya yanlış anlamı oludğu kesinlik kazan(a)maz.
223 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.