Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hatıralar ve Hatıratlar

Arasokakların Tarihi

Dücane Cündioğlu

En Eski Arasokakların Tarihi Gönderileri

En Eski Arasokakların Tarihi kitaplarını, en eski Arasokakların Tarihi sözleri ve alıntılarını, en eski Arasokakların Tarihi yazarlarını, en eski Arasokakların Tarihi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
236 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Dücane Cündioğlu, bu kitabında okumuş olduğu bazı yazarlara ait "Hatırat"lardan yola çıkarak ara sokaklara, yani samimi gerçekliğin saklandığı caddelere, evlere, dehlizlere götürüyor bizleri. Bir kitap, yazarının dünya görüşünü yansıtabilir, ama aynı yazarın "Hatırat"ını okumanın, bizzat yazarın kendisine, düşünce dünyasının ara sokaklarındaki gerçek benliğine ulaşmak adına çok daha etkin bir rol üstlendiğini anlamama yardımcı oldu. Bende Hatırat okumaya dair, ayrı bir alakanın oluşmasına vesile oldu. Kİtapta özellikle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanmış olaylarla ilgili dikkat çekici anektodlara yer verilmekle beraber hatıratlarına yer verilen şahsiyetlerden bazıları ise şöyle: Dr. Reşit GALİP, Mina URGAN, İ.Hakkı BALTACIOĞLU, Hıfzı TOPUZ, Cemil MERİÇ vb. "Gençler hatırat yazmazlar, yazamazlar, zira gençlerin hatırlaya, bilecekleri veya yazabilecekleri miktarda bir mazileri yoktur. Hatırat yazmak, evvelen yaşlıların işidir; yani yazmak istediklerinde işe yarayabilecek hatıralara sahip olanların. Saniyen, geçmişleriyle, daha doğrusu kendileriyle hesaplaşmak, mazilerinin muhasebesini yapmak zaruretini duyanların. Salisen, mağlupların, siyaset içinde değil, hayat karşısında mağlup olanların, mağlup olmaya değecek bir hayatı yaşamış olanların"(D.CÜNDİOĞLU)
Arasokakların Tarihi
Arasokakların TarihiDücane Cündioğlu · Kapı Yayınları · 2012101 okunma
Okumaya, dünyayı tanımaya, anlamaya başladığımızda, etrafımızda hazır iyilerle, hazır kötülerle karşılaşıyoruz. Hatta bu iyiler ve kötüler sembolleştiklerinden, kötülerin dünyasından kaçıyor, onlarla hiç bir surette ilgilenmiyor, onları kendi dünyamıza mümkün mertebe yaklaştırmıyoruz; buna karşın yine hazır bulduğumuz iyileri ise idealleştiriyoruz... Çok genç yaşlardan itibaren dünyamız kesin çizgilerle ayrılıyor; 'siyahlarımız' ve 'beyazlarımız' oluyor ve fakat asla aralarında irtibat alanları bulunmuyor.
Reklam
Büyüklükler; tekliğin, tekilliğin, tikelliğin, küçüklüğü görülmedikçe gerçek anlamıyla takdir edilemez, anlaşılamaz, anlatılamaz. Çünkü kişi dağların zirvelerini, ancak eteklerinden seyredebilir.
Akif'in mektupları Safahat'ından, Necip Fazıl'ın O ve Ben'i Çile'sinden, Cemil Meriç'in Jurnal'i Kırk Ambar'ından, İsmet Özel'in Waldo'su Şiir Okuma Klavuzu'ndan daha çok kendilerini söyler ve anlatır kanımca.
Mirasımızı 'tereke'haline getirenler, ana caddelerde sürtmekten ara sokaklarda ikamet etmeye vakit bulamıyorlar. Oysa bu topraklarda düşünmenin yola düşebilmesi için taliplerinin tüm dünyaya inat önce ara sokaklara çekilmesi gerekiyor; zira bilgi ve hikmet kendisini ara sokakların tozlu kaldırımlarında muhafaza ediyor. Bu toprakların o kendi haline bırakılmış, o acımasızca nisyana terk edilmiş izbe sokaklarında.
Reklam
...çünkü ip koptuğu yerden bağlanır, insan düştüğü yerden kalkar. Kimsenin kuşkusu olmasın ki ip İstanbul'da kopmuştu; şayet bağlanacaksa yine İstanbul'da bağlanacak.
Meşhur Servet-i Funûn'un sahibi Ahmet İhsan Tokgöz'ün hatıratından şu satırları okuyalım: "O zaman biz İngiltere'yi dünyanın en özgürlük sever, en insancıl yönetimi sanıyorduk. Zaten bu kanaatin etkisiyle 1908 inkılabında aydınların ruhunda derin bir İngiliz sevgisi vardı ve bu o kadar yüksekti ki 1908 Temmuzunun 23'ünde İstanbul da bulunmayan İngiltere elçisi Malet, şehrimize döndüğü zaman, Sirkeci istasyonunu baştan başa doldurmuştuk; elçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Sonunda coşkun 'Meşrutiyet Gençliği' elçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çektiler. İŞİN ASIL KORKUNÇ VE TUHAF OLANI TARİH BOYUNCA 'GÜÇLÜLERİN' KOŞULMUŞ ATLARININ BAĞLARINI SÖKÜP ORAYA KENDİLERİNİ BAĞLAMAK İSTEYEN ZAVALLILARIN SAYISI HİÇ AZALMAZ.
Atatürk, vakur bir samimiyetle etrafına baktıktan sonra, halkı sukûta davet ederek: "Beykoz İmamı burada mı? Gelsin de konuşalım" Zaten tam karşısında idim, kalabalıktan sıyrılarak ileriye çıktım ve "Buyur Paşam, konuşalım" dedim. Atatürk, sol avucunda duran üzümleri bana göstererek: "Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram? Bize anlatsana!" dedi. Birden şaşırdım, bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım? Bir müddet düşündüm, aklıma hiçbir cevap gelmiyordu, bayılacak gibi oldum ve Allah'tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem aklıma gelen bir cümle gayr-i ihtiyari dudaklarımdan döküldü ve: "Paşam, karın sana nasıl helal de kızın niçin haram?" dedim. Atatürk, bu sözümü işittikçe hafifçe tebessüm ederek yüzüme baktı ve başını sallayarak: "Hoca sen alimsin, ben ise softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım" dedi. Ertesi gün saraya gittim, beni karşısına oturttu, saatlerce bana Kuran'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti."
Nefis koçunu kesemedikten sonra, gerçekte bizim olan bir şeyden vazgeçmiş olmayacağımızı unutmayalım!
Reklam
Şöyle muhkem tutayım aşk ile yâr eteğin Ya elimi kat edeler, ya keseler yâr eteğin!
Hep yazarlar yazıları yazmaz, bazen de yazılar yazarlarını yazarlar.
Fâzilet mücadelesi... Bu sözü ana caddelerin hatiplerinden, yani apartmanlı vatanperverlerden sıkça duyarız. Bu sözü ana caddelerde söylemek hem kolay, hem de karlıdır.
Sanatçı eyler ama eylediğini açıklayamaz; mütefekkir ise eylemez ama eyleneni açıklar.
170 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.