"Bu herife aşık mı oldun?"
"Bak, bu özel duyguyu beklemeyi 1998 yılında bıraktım. Bu aşamada, tabure kullanmadan en üstteki rafa ulaşabiliyorsa bu bana yeter."
"... Bilirsin, 'Yalnız doğarız ve yalnız ölürüz' diye bir söz vardır, saçma bir sözdür. Doğduğumuz da etrafımız çevrilidir, öldüğünüzde de öyle. Yalnız olduğumuz süreç bu ikisinin arasıdır. "
Kişilik sürekli ölüyor ve bu da bize devamlılık hissi veriyor. Bunlar olurken, hiç deneyimleyemeyeceğimiz ölüm konusunda telaşa kapılıyoruz. Ama yalanlarınızı sürdürmemizi sağlayan şey bu mantıksız korkudan başkası değil. Sanki bunlar faniliği engelleyebilir ve bir şekilde ömrünüzü uzatabilirmiş gibi zafer ve ün için birbirimizin peşine düşüyor ve birbirimizi sakatlıyoruz. Sonra, ölüm gelip çattığında, ne kadar az şey başardıpımızdan yakınıyoruz.
Gördüğünüz gibi, ölüm yanlış anlaşılıyor. Birinin hayatını kaybetmesi en büyük kayıp değildir. Hatta kayıp bile değildir. Başkaları için belki öyle olabilir ama kişinin kendi için değil.
"Bu herife aşık mı oldun?"
"Bak, bu özel duyguyu beklemeyi 1998 yılında bıraktım. Bu aşamada, tabure kullanmadan en üstteki rafa ulaşabiliyorsa bu bana yeter."
Gazetecilerin çoğu erkekti, çoğunlukla Amerikalıydılar, ama birkaç İngiliz, Kanadalı ve Avustralyalı da vardı. Hepsi de işe alındıklarında İtalya'da çalışıyordu ve hepsi de yerel dili biliyordu. Ama gazetenin haber odasındakilerin tamamının anadili İngilizceydi. Birisi asansör kapısına bir levha asmıştı: LASCIATE OGNI SPERANZA, VOI CH'USCITE* - DIŞARISI İTALYA'DIR.
Ve çalışanlar sandviç almak için aşağıya indiklerinde, "İtalya'ya gidiyorum, bir şeye ihtiyacı olan var mı?" diyorlardı.
* Tüm umutlarınızı bir kenara bırakın, siz dışarı çıkanlar.
"İşte size bir hakikat: Tüm uygarlıktaki hiçbir şey aptala ihtiras kadar verimli olmamıştır. Her ne rahatsızlık getirirse getirsin, hiçbir şey daha yaratıcı olmamıştır. Katedraller, sonatlar, ansiklopediler; hiçbirinin arkasında Tanrı sevgisi ya da yaşam sevgisi yoktu. Ama insanın insan tarafından sevilme sevgisi vardı.