Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Asilzadeler

Ömer Seyfettin

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Biz Türkleriz,biz Türkleriz...Mukaddestir ilimiz. “Birlik”tedir kuvvetimiz,birdir bizim dilimiz.
Sayfa 244Kitabı okudu
ironi
Onun fikrince Türkçe: "Arapça, Acemce, Frenkçe, Almanca, Rumca, Latince" lisanlarından mürekkep mükemmel bir lisan olmalıydı. Ecdadımız Arapça, Acemce kaideleri çok kullanmışlardı. Her ne kadar bunlar konuşulan lisana geçmemişse de hükümet şimdiden sonra gayret ederek, ahaliyi cebrederek pekâlâ geçirebilirdi. Fakat bu Arapça, Acemce kaideler Türkçe kelimelerde de kullanılmalıydı. Meselâ "evimin kapısı" denecek yerde Farisî kaidesiyle "kapıyı evim" denilmeliydi. Sonra Türkçeye birçok Frenkçe kelimeler de girmişti. Bu zavallı kelimeler için hiç olmazsa lütuf makamında birkaç Fransızca gramer kaidesi kabul etmemek en büyük bir haksızlıktı. Öyle ya, Arapça, Acemce kaideler vardı. Niçin Frenkçeler için olmasın? Meselâ niçin "istasyon direktörü" denilmeliydi? "Direktör dö stasyon" en haklı en mantıkî bir telaffuzdu.
Sayfa 113 - İnkılap YayıneviKitabı okuyor
Reklam
O, "Cemiyet"in de "fert" gibi, belki fertten ziyade hayalperver bir isterik olduğunu bilmezdi. Fertlerin inanamayacağı ne kadar kaba yalanlar vardı ki cemiyet bunlara hemen kapılır, fakat... Fakat çabuk ayrılır; hayali, fertten çabuk, inkisara uğrardı.
Sayfa 37 - İnkılap YayıneviKitabı okuyor
En büyük buluşu "amelî adalet" ti. Efruz Bey: —Bu ne?.. diye sordu. "Amelî adalet" mi? —Evet. Gayet tabiî bir şey. Yani hakikî adaletin ta kendisi... —Aman izah ediniz. Müdür Bey: —Başüstüne, diye başladı. İnsanlar tabiati bozarak hayatı hafifleştirmek için kendi felâketlerini elleriyle hazırlamışlardır. Meselâ "hak, adalet" gibi tabirler uydurmuşlar, yaşayışın revişindeki ahengi bozmaya kalkmışlardır. Sözde mücerret bir hak varmış. Asırlardan beri onu ararlar! Asırlar içinde; Nasrettin Hoca'dan başka "hakk"ı anlayan gelmemiştir. —O, nasıl anlamış? —Hikâyesini biliyor musunuz? —Hayır. —Bir gün Nasrettin Hoca, yolda birkaç çocuğun kavga ettiklerini görmüş. —Ey?.. —"Niçin dövüşüyorsunuz?" diye sormuş; çocuklar da "Şuradan ceviz topladık. Pay edemiyoruz." demişler. Hoca: "Ben size pay edeyim mi?" diye sormuş. "Et" demişler. Fakat Hoca çocuklara tekrar "Hakça mı, kulca mı pay edeyim?" diye sormuş. Çocuklar düşünmüşler, hakça pay edilmesini istemişler. Nasrettin Hoca rastgele kimine bir, kimine üç, kimine beş ceviz vermiş. Geri kalanını da kendi heybesine doldurmuş. —Sonra!.. —Sonra, çocuklar: "Bu nasıl pay, Hoca?" diye şaşırmışlar. Hoca: "Hakça pay buna derler. Rastgele! Kimine az, kimine çok, kimine hiç..." —Ey sonra? —İşte bu kadar... Yani müsavat hülyasının insanlara mahsus bir vehim olduğunu Hoca daha o vakit çakmış. Evet, tabiata bakarsak adaletin gayrı mantıkî bir fantezi olduğunu sarahaten görürüz.
Sayfa 143 - İnkılap YayıneviKitabı okuyor
"Diyor ki: "Çocuklarım,siz her gün değişeceksiniz. Her gün siz büyürken ,dimağlarınız ,fikirleriniz de büyüyecek;her gün fazilete yaklaşacak,idraksiz , şuursuz geçen günleriniz için teessüfler edeceksiniz. Düşündüklerinizi ,duyduklarınızı beş on dakikaya acımayıp yazınız. Yarın yazdığınızı öbür gün bilmeyeceksiniz. Bir sene evvel yazdığınızı öbür sene okurken ne kadar değiştiğinizi anlayarak hayretler içinde kalacaksınız..."
Ahmet Bey kaleme girince arkadaşlarına şöyle bir baktı. Güldü. Boyun kırdı. Başını salladı. - Nasıl, gördünüz mü? dedi. Yirmi dört saat evvel Allah'tan çok Abdülhamit'ten korkan katiplerin henüz benizlerine kan gelmemişti. Hepsi, yeni geçmiş bir fırtınanın kapalı yerlere savurduğu sonbahar yaprakları gibi solgundu. İçlerinde korkunç bir "şüphe", sökülmez bir hıçkırık ıstırabıyla boğazlarına tıkanıyor, dalgın dalgın birbirlerine bakışıyorlardı. Ahmet Bey koltuğuna oturdu. Parlak beyaz kolluklarını yenlerinden fırlatan özel bir hareketten sonra fesini çıkardı. Masanın üstüne koydu. Bir çelik yay gibi kuruldu.
Reklam
Olmaz olmaz, deme, olmaz olmaz Güzelim âlem - i imkândır bu..
Sayfa 157 - Kurgan EdebiyatKitabı okudu
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.