Geçmişte bu ünlü felsefecinin “Eristik Diyalektik” adlı eserini bir çırpıda okumuş, hayran kalmıştım. Bu kitabı da görünce hemen edindim!
Arthur Schopenhauer’in herkesçe sevilmediğini bilirsiniz. Özellikle hemcinslerim tarafından gerek düşünceleri gerekse kadınlara olan tutumu büyük eleştirilir. Ne yalan söyleyeyim kitabın “Kadınlar Üzerine” adlı kısmı beni de irite etti. Kadın cinsini iki eliyle tek bir torbaya doldurmuş, kötü ve genel yargılarla dolu bir kutuya bırakmış resmen. Buna rağmen baştan aşağı da haksız bulmadım kendisini tabii ki. Fakat bazı çıkarımları vardı ki, bir kadın olarak asla kendimde barındırmayacağım şeylerle itham edildiğimizi fark ettim. Sinirlendim de! Nitekim, ilk kısmın sonlarına doğru hiddetlenmeye başlıyor iken imdadıma kitabın ikinci kısmı yetişti.
“Cinsel Aşkın Metafiziği” adlı ikinci kısımda öyle doğru noktalara parmak basmış ki Schopenhauer, inanamadım. Aşk denilen şeyin cinsel arzu güdüsüne dayanarak ideal bir tür oluşturmayı amaçladığını savunuyor. Özellikle bahsini ettiğim bu ikinci kısım, ünlü filozof Nietzsche’nin bu konuya dair bakış açısının filizlenmesinde tohum rolünü üstlenmiştir. Söz gelimi Schopenhauer, birtakım gerçekleri gün yüzüne çıkarmakta usta olduğunu bana kanıtladı.
Totalde, kitabın ilk bölümünün var olan bazı kadınlara ithafen cuk oturduğunu söyleyebiliriz. Ancak tüm kadın cinsinin bu yargıları kesinlikle hak etmediğini düşünüyorum.
Aşkın ardındakileri didik didik etmek isteyenlere kitabın ikinci parçasını okumalarını tavsiye edebilirim.
Keyifle yaşayın!