Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hüzün Vakitlerine Dair

Asr Vaktinde Firak

Muharrem Sevil

Asr Vaktinde Firak Gönderileri

Asr Vaktinde Firak kitaplarını, Asr Vaktinde Firak sözleri ve alıntılarını, Asr Vaktinde Firak yazarlarını, Asr Vaktinde Firak yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
insana aşktan daha güzel bir muştu olabilir miydi bu dünyada. ancak o zaman ıssızlığınızın bir adı olduğunu fark edersiniz de sevinç denilen bir hüzün kaplar içerinizi, geriye dönüp baktığınızda, yüreğinizi ısıtan/gözlerinizin içini güldüren -başkalarına ait değil- size ait bir şeyler yaşanmışsa eğer arkada kalan çok şey olduğunu görürsünüz. hele bir de, birden çok on yılı gülümseyerek hatırlıyorsanız... ve bunu bir yirmialtı nisan günü hatırlarsanız, nisan yağmurundan daha çok ıslanırsınız. öyleyse, size sunulan muştu tam da isabet etmiş demektir.
ne yazık ki; aşkın tenhalığına -hele de- bu zamanlarda uğrayabilmek hiç de kolay değil, çünkü, hiç kimse kazandıklarından vazgeç(e)miyor artık; kazandıklarıyla var olabilenlere göre aşk bir kayıp; bedel ödemenin sadece kaybetmek anlamına geldiğini zannedenler için ne belâ bir şeydir bedel ödemek, aşığın ıssızlıkta kendini bulacağını bilenler içinse, gemileri yakmak aslında hiçbir şeydir; soyutlanmaktır dünyanın yaşanılan hâlinden; büyüsü bozulmuş bu dünyaya başkaldırıştır belki de... aşkın büyüsüyle başkaldıriş... insana bundan daha güzel bir muştu olabilir miydi.
Reklam
insanların kendilerine ait dünyalarının olabileceği yok sayılmaya çalışıldı da yıllarca; ama bir gün birisinin çıkıp da, “mahremıyetin gitti mi" elden sen de gitmelisin tez elden” diyebileceğini düşünemedik bile... sunulan yeni âlemle birlikte, kırılgan ve duyarlı âlemimiz gün geçtikçe duyarsızlığa doğru itildi de, ne yapacağımızı bilemez hale geldiğimizi ancak olup-bitenleri fark edince anlar olduk...
yeni düzenle birlikte bütün değerleri satın alınabilir bir şey haline getirmeye çalıştılar da, bir gün yeniden hikmetin peşinde koşacağımızı düşünmek bile istemediler... hükmetmenin salt maddi bir şey olmadığını öğren(e) memişlerdi çünkü; belki de onların öğretenleri yoktu, hatırlatıcıları... herkes her şeyi konuşmazdı, sözün bir ağırlığı vardı; tabii ki mesuliyeti. şimdilerde herkesin konuşması gerektiği öğütleniyor da, konuşanların kirlettiği söz ortamının sisler altında yok olup gitmesine kimse ses çıkarmıyor... öğütün ne anlam taşıdığı ise görmesi gerekenler tarafindan görülmüyor bile... adab mı unutuldu dersiniz; edep mi...
çoğaltmamı ister misiniz renkleri... şimdi siz bana bütün renklerin bir dili, ya da bir anlamı olduğunu söyleyebilirsiniz. ya da bütün bu anlam yüklemelerinin bizim uydurduğumuz şeyler olduğunu, hatta -daha da ilerisi- bu zamanlarda bize öğretilen bir şey olduğunu iddia edebilirsiniz. ama bu neyi değiştirir ki... zaten simgeler
Reklam
teslim olmanın adımız olduğunu kim unutturmuştu ki bize? oysa teslim olmamış mıydı; cennetten kovulmasına rağmen Adem, tufandan korunan Nuh, ateşi gül bahçesi gibi karşılayan İbrahim, “balık” karnında yurt edinen Yunus, “kenan’ ilinde kaybolup kuyudan yücelen Yusuf, dünyaya gelir gelmez suya konan vc dadısı Firavun olan Musa, darağacından kurtulan İsa, kafirlerden ne cefalar gören Peygamberler Ulusu ve onların hepsine ümmet olmak için secde ederek yüzlerini nura çevirenler... teslim olalım ki, biz de o lütfu görebilelim diyenleri, hala 'eski’ diye anmaya ve anmaya devam edecek miyiz? yoksa yeni kılavuzların hepsine sırtımızı, yüzümüzü ise kıbleye dönerek, 'eski” denilen ama her daim taze. taptaze olan kılavuzumuza, yitirdiğimiz yolumuza geri mi döneceğiz? hadi hadi ayağım dire, sana 'zaman bu zaman’ diyenlere, başını al git de; başını alsalar da sırrını alamasınlar.
'her şey olması gereken zamanda olur’ demişti atalar. ama biz yeni insanlar, olması gereken zamana ilişkin hiçbir bilgiye sahip değildik. bizim için varsa yoksa ‘planlar’, “stratejileri “garanti durumlar’, “vazgeçemeyeceğimiz alışkanlıklar; “terk edemeyeceğimiz hayatlar’, 'sabırsızlıklar’... oysa Kafka demişti galiba; insan sabırsızlığı yüzünden cennetten kovuldu, yine sabırsızlığı yüzünden asla cennete giremeyecek diye. biz bir sefer üzerine, dipsiz bir kuyu olarak adlandırılan bu dünyaya 'kovulduğumuzdan’ beri, yoksa sürgün mü demeliydim. unuttuk ne için geldiğimizi/gönderildiğimizi. sonu belli olan bir yol üzere sefere çıkmıştık. unuttuk. yolun nereye varacağını biliyorduk, bu öğretilmişti bize. unuttuk. yüreğimizin kılavuzluğu yerine başka kılavuzlar aradık.
'kimsesiz kalmak istemiyorsan, dünyanın muvazenesini sağlayan aşka gönül vermelisin’ deniyorsa eğer; bir bildiği olmalı bunu söyleyenlerin. çoraklaştırmamak için hayatı ve dünyayı; asla yok saymamak bu bilgiyi... yola koyulmak dışında dünyanın bir başka bahancsi olabilir mi ki... öyleyse: gitme zamanı...
önce hatıralarimız alındı elimizden, sonra geçmişimiz, daha sonra hayata, dünyaya, ötelere bağlayan 'bağlantı noktalarımız.’ en sonunda ise aşklarımız... şimdi elimizde kalan ise, yalnızca “web pages...” hayırlısı demekle çözülmüyor; hayır için çaba sarf etmeliyiz ki, zamanın güneşe göre yaşanıldığı dönemlerin keyfini bulabildim...
Reklam
dermanın nerede olduğunu bilememenin verip veriştirdiği, attarların yok sayıldığı bu zamanların bize muştu diye sunduğu “terapiler" medikaller peşinde koşup durduk durmaksızın “tez tez’ diyerek hem de kaçıncı kez. üşüdük de neden üşüdüğümüzü bilemedik; birbirimize daha çok sarıldıkça, sarılmanın bizi sarmalamasının ne demek olduğunu bilemeyince daha çok üşür olduk. söyleşemedik sessizliğimizle de, sessizliğin içinde sesler bastırdı seslerimizi; seslerimiz yüreklerimizin sesine ulaşamadan. oyun içinde oyunlar kurduk hiçkesliğimizle, oyunlar içindeki en büyük oyun Sahibini unutarak.
41 öğeden 31 ile 41 arasındakiler gösteriliyor.