Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Genel olarak Latin-Katolik olanlara Frenk denildiğinden Batı'dan gelen bütün yeni adetler ve nesneler alafranga adını aldı ve alaycı bir yansımayla bunlara ters düşen her şey alaturka diye nitelendirildi.
Sayfa 24 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Bunlar olası bütün entelektüel ve sözel cambazlıklara rağmen birbirleriyle tamamen çelişen parolalardı: Osmanlıcılık sonuç olarak Müslüman olmayan toplulukları güvence altına alma ve aynı zamanda onları hanedanlığa bağlama çabasıydı; tam zıddı olan İslamcılık ise Müslüman dünyayı seferberliğe çağırarak halife-sultan önderliğinde bu dünyada hak iddia etmek demekti. Türkçülük güçlü bir Türk kimliğini yeniden canlandırmayı amaçlıyordu; bu kimlik Müslüman olmayan halklarınkiyle eğilim olarak çatışıyordu ama bir şekilde İslam dünyasından da kopuktu; Turancılık Türk halklarının ortak köklerini yeniden ele geçirmeyi ve onları siyaseten birleştirmeyi hedefliyordu.
Sayfa 30 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
Tahmin edilebileceğinin tersine, Ermenilerin koşulları 19. yüzyılın ilk yarısında özellikle çok daha iyi bir duruma gelmişti: milliyetçi Helen hareketleri ve Yunanistan Krallığı'nın doğumu nedeniyle Ermeniler imparatorluğun "yardımcı" unsurlarından biri olan Rumlara yeğlenir olmuşlardı. Pek çok Ermeni hükümette ve diplomatik görevlerde yer almıştı. Yeni camilerin ve sultanların yeni konutlarının mimarları da Ermeni Balyan ailesiydi. Ama Ermeni aydınları ve genel olarak en modern, ilerici, Batılılaşmış Ermeni elitleri öteki Hıristiyan halkların şu ya da bu şekilde Osmanlı egemenliğinden sıyrılıp özgürlüklerine kavuşmayı başardıklarını gözlemliyorlardı ve gayet anlaşılır bir biçimde batmak üzere olan bir gemide kalmaktansa, bu örnekleri izlemek doğru ve meşru olmaz mı diye düşünüyorlardı.
Sayfa 29 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Genel olarak göçmenliği bırakan Türkler arasında, hanedanın ve dinselliğin getirdiği kimlik, etnik kimliği bastırdı. Her şeye rağmen saray ortamında da ataların Orta Asya'ya dayanan göçebe kökenleri bütünüyle unutulmadı: 1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmed döneminde bile –Türk diliyle kesinlikle uyumlu olmayan– Arap alfabesinin yanı sıra bugün Çin devletinin hor görülen bir azınlığı durumunda olan, oysa 9 ve 10. yüzyıllar arasında bozkırların en açık, eğitimli ve ilginç imparatorluklarından birinin yaratıcısı olan Uygurların alfabesi kullanılıyordu Osmanlı padişahları sayısız unvanları arasında "han"ı asla ihmal etmedikleri gibi daha eskiden "tug" olarak bilinen tuğ, yani ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak da iktidarın ve sorumluluğun simgesi olarak kaldı: Kuyrukların sayısıyla güç doğru orantılıydı.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Bilindiği üzere, Japonya'da imparator figürünün ilahlaştırılması 19. yüzyılın son on yılında tepeden inen devrimle eşzamanlıdır. Kemalist Cumhuriyeti incelediğimizde; başkan olan kişinin kutsallaştırılmasının, bu tür tepeden inme kökten modernleşme sürecinin sık rastlanan ve belki de gerekli bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. 19 Batı'dan gelen etkilerden korunma ve buna bir yanıt verme çabaları içinde olan Abdülhamid'in hükümdarlığı döneminde Müslüman olmayanlar bütün olarak eskisinden çok daha rahat yaşadılar. Milliyetçi çalkantıların olmadığı yerlerde Ermeniler refah düzeylerini artırmayı sürdürüyorlardı; Girit meselesi ve 1897 Türk-Yunan Savaşı'na karşın Rumların durumu da aynı şekilde çok iyiydi. 1893 yılında Fransız bir gözlemci şunları yazmıştı: Bir Bulgar Türkiye'ye geçince onun gözüne ilk çarpan, aldığı özgürlük dolu soluk oluyor. Kuramsal olarak despot bir hükümetin yönetimi altında olsa bile, insan anayasal bir devlette bulacağından daha fazla bir özgürlük duygusu yaşıyor (...) Hatta bir hükümetin varlığını bile hissetmiyor (...) İnsanı taciz eden polislerin, ağır vergilerin, yoğun kamu hizmetlerinde çalışma zorunluluğunun olmamasını sultanın gayrimüslim kullarının takdir etmesi gerekir (...)20
Sayfa 31 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Moğol işgalinin sarsıntısının dinmesinden iki yüz yıl sonra Selçuk İmparatorluğu'nun mirasının küçük ve orta boy güçlerinden bir tanesi olan ve konum olarak en batıda, Bursa'da bulunan Osmanlı, kuzeydoğuya, Avrupa'ya doğru gösterdiği ilerlemeyle dikkat çekiyordu. Zaman içinde büyük bir imparatorluk haline gelen bu devlet, 1299 yı lında Osman (Arapçada Uthman) Bey tarafından ve Orta Asya kökenli olduklarını unutmayan ama kendilerini asıl olarak Müslüman, yani İbrahim ve İshak'ın kabul ettikleri Tanrı'nın son peygamberinin takipçileri ve kendilerini egemen hanedana sadık Osmanlılar olarak tanıtan Türkler tarafından kurulmuştu.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
Habsburg İmparatorluğu örneğinde, farklı uluslar durumlarını korumak ya da pozisyon kazanmayı elbette amaçlıyordu fakat kurumsal tabloyu kökten değiştirmeyi arzu etmiyordu. Oysa bu kadim rejimlerin ayakta kalmaları iç ve dış huzurdan kaynaklanıyordu. Huzurlu dönemlerde sessiz çoğunluklar öne çıkarlar (ve şu ana kadar incelenenlere bakılırsa Osmanlı İmparatorluğu'nda "sokaktaki Hıristiyan"ın bağımsızlık ya da devrimcilik gibi heveseleri yoktu) ama buhran dönemlerinde kararlı, kamçılanmış, hırslı ve ideolojik olarak bilenmiş azınlıkların sesi duyulur. Ve bunlar Abdülhamid rejiminden nefret ediyorlardı; bunun nedeni polisiye ve baskıcı tutumundan çok arkaik, ataerkil ve rüşvete düşkün olması idi.
Sayfa 32 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.