«Göztepe, 25.10.1338
Mukaddes Paşam,
Pek mesut dakikalar yaşadım. Şimdi de derin bir teessürün altında ezilmekteyim. Burada bırakmış olduğunuz şeref, bütün ailemin hale-i saadetidir (Mutluluğunun ışıltısıdır). Fakat yalnız bendenizin olan çok kıymetli ve ebedi bir şeyi daha vardır: O da canlı hâtıranızdır. Yoksa bu kadar debdebe, ihtişam ve bilhassa samimiyetten sonra yapayalnız nasıl yaşayabilirim?..
Görüyorum ki bütün hissiyatımla zât-ı devletininizi takip etmekteyim. Yegâne emelim münciye (Kurtarıcıya) daima hizmettir. Birçok defalar ufak bir vazife istirham etmiştim. Muvafakat buyrulmadı. Bazen dalıyorum, saatlerce gözlerim kapalı düşünüyorum. Bu rüyalardan uyanışımda: «Ya Rab ne eksilirdi deryayı izzetinden» diyor, gözyaşları döküyorum. Belki: Beni yirmi gün görmekle bu kız benden ne istiyor? Ve bu hakkı ona kim vermiştir?» diye hiddelenirsiniz. Bu zavallı kızcağız, şimdiye kadar hayatın birçok acı sayfalarını okumuş, hiç kimseye rabt-ı kalb etmemiştir. (Kalbini bağlamamıştır) Nazarında hiçbir şeyin ehemmiyeti olmamıştır. Fakat ilk görüşte dünyanın en büyük dahisi, kendisi için saklanmış olan sadakat, hürmet, samimiyeti almak tenezzülünde bulunmuştur.
«— Ben bir Türk’e kız vermem!..»
...Ve bu aşk romanının ilk bölümü bu cümle ile noktalanır gibi oldu...
Mustafa Kemal gururlu bir erkekti. Dimitrina, bir aşk mektubunun üç satırı ile bu gururu okşamasını bildi:
«— Ölünceye kadar seni seveceğim. Son nefe simde «Önce Kemal, sonra Allah diyeceğim. Beni unutma, ara!..»
Mustafa Kemal Çanakkale savaşlarında da, İstik lâl Savaşı’nda da, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da «Dimitrina»yı unutmadı. Mektuplar yazdı. D ışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile «sevgilerini taşıyan» hediyeler gönderdi...
Dimitrina «babasının bulduğu Bulgar» ile evlenmişti ama, kalbi sınır taşlarının ötesinde çarpıyordu.
«10 Kasım 1938» günü Bulgaristan’ın «gözünden en çok yaş dökülen» kadını Dimitrina idi:
«— Kemal beni bıraktın da, nerelere gittin» diye ağladı durdu.
1913 yılında başlayan bu «Aşk hikâyesi»
nin erkek kahramanı, bir milletin kalbine gömülmüştü.
—Sayın Vecihe İlmen, Atatürk'ün dine karşı tutumu neydi? Bu konuda da çok söz edilir. Sizin gördükleriniz, duyduklarınız nelerdir?
—Atatürk'e “dinsiz” diyorlar. Asla dinsiz değildi. Fakat laisizme gönülden inanmıştı. En büyük prensibi laisizm idi. Bunu bir keresinde Yunus Nadi Bey'e de söylerken duydum. Bu memleketin din ile devlet işlerinin karıştırılmasından çok ziyan ettiğini biliyordu. Fakat Allah adını her gün zikreden bir adamdı. Din aleyhine tek satır laf ettiğini duymadım.
Atatürk, İzmir’e gönderiyor onları... Latife Hanım’ın evine... Annesi daha çok hastalanıyor orada... Ve Lâtife Hanım’ı uygun görmüyor, beğenmiyor annesi... Salih Bozok’a diyor ki:
«— Oğluma söyle... Uygun bulmadım bu hanımla Gazi Paşa’nın evlenmesini!..» diyor...
Ben bunu sofra sohbetlerinde resmen Atatürk’den duydum... sofrada anlatırken... Ama İzmir’de, «Atatürk’ün annesi gelmiş, Lâtife Hanım’la Gazi Paşa evleneceklermiş» diye yaygın bir söylenti var...
Konu böylece afişe olunca, Salih Bozok, annesi nin düşüncesini söylemiyor Atatürk’e... Olumlu şekil de söylüyor... Atatürk de evleniyor... Ayrıldıktan sonra bunları Atatürk’e açıklıyor Salih Bozok.