Belçika doğumlu Audrey Hepburn, 2.Dünya Savaşı'nın fiziksel olarak kendisinde bıraktığı olumsuz etkiler sonucu, küçüklüğünden beri hayali olan 'balerin' olma arzusundan vazgeçemek zorunda kalmış. Hayatındaki en büyük travmayı çocukken, babasının evi terk etmesi ile yaşadığını belirten Hepburn, dünyaca ünlü olmasına giden ilk adımları müzikallerde boy göstererek atmış. Sonrasında ise sadeliği, zerafeti, en iyisini yapma arzusu sayesinde dünyaca tanınan Audrey Hepburn olmuş. Zengin bir aileye doğan Hepburn'un başarıyı yakalamasıi ise hiç kolay olmamış, zira savaş nedeniyle maddi kayıplara uğrayan ailede annesi ve kendisi birçok işte çalışmışlar. Özel hayatında aradığı kişiyi bulmak için birçok arayışa giren, çocuklara sevdalı Hepburn'un mottosu olan "az olan çoktur" kavramına tek kelimeyle hayran kaldım.
Benim Audrey Hepburn ile tanışmam, dedemin kitaplığındaki ciltli 'Hayat' dergileri sayesinde olmuştu. Küçükken onların sayfalarında dolaşmayı, kimi renkli kimi siyah beyaz olan fotoğraflardaki eskinin o şatafatlı kıyafetlerine göz gezdirmeyi çok severdim. Audrey Hepburn hep aklımda zayıf ve zarif vücudu, siyah kısacık saçları ve kahkulleri ile yer etmiş. Bundan birkaç sene önce ise 'Tiffaniy'de Kahvaltı' yı okuyunca filmini de izleyerek yad ettim kendisini. İsmini şöhret ve ün için değil, yardıma ihtiyacı olan insanlar, çocuklar ve dünya barışı için kullanan nadir kişilerden olması ile takdir ettiğim Audrey Hepburn'u bu biyografide okumak çok güzeldi.
