Aşağıda Yetim, yukarıda dünya. Gündüzle geceyi ayırt edebileceği kadar ışık. Bir döşek, Bir masa. Masanın ayağı kırık. Varsın olsun. Nefes alacak kadar geniş, kaybolmayacak kadar küçük bir oda.
Sonrası koca bir hiç, zifiri karanlık. Gerçekleşmemiş hayaller, eksik kalanlar, geride bırakılan ve kavuşulan soluk sarı insanlar. Hayat desen hayat değil, Ölüm desen ölüm değil. Bir acı, bir yokluk.
"Kız Kulesi'ni görmeyecek miyiz?"
"Birazdan. Beylerbeyi ile Kuzguncuk'u geçtik mi Üsküdar. Sonra Salacak ve Kız Kulesi. Bana sorarsan dünyanın en güzel manzarası. Hele akşam gün battı mıydı başka güzel. Kule, gece mavisinin içinde beyaz gelinlik gibi durur. Karanlığın içinde umut veren aydınlık gibi. Gerisinde göz alabildiğine Topkapı Sarayı'ndan Ortaköy'e kadar Istanbul manzarası. Şiir gibi, aşk gibi..."