“Badal yaylalara çıktığım yerdir,
Oradan aleme baktığım yerdir” diye başlamış kitaba.
Silik bir gölge gibi, şairin elindeki mikrofon ile haykırırken çekilmis fotoğrafı olan kırmızı zeminli, ince-zarif bir şiir kitabı bu. Tutkunu değilsek eğer, elimize almadığımız kitaplardandır şiir kitapları. Hele de içi çok soyut kavramların arasından mana çıkarmaya çalışılan şiirlerle doluysa kitap, tıpkı sürrealist resimler gibi, daha da zor alınır, satılır ve yazarına az para kazandırır.
Ülkemizde zaten kitaptan, yazarlıktan ekmek yiyen o kadar azdır ki.Içi imzasız olan bu kitap da muhtemelen bana, kitapevlerinde de satılmadığına göre ,bir tanıdığımın hediyesi olarak geldi. Ramazanın çılgın Ağustos sıcağına denk geldiği bu zamanda içimize serin sular gibi ferahlık verdi. Kolayca okunabilen, Anadolu’nun güzel kelimeleri ile çevrili, her kelime, cümle, dizesinde kendinizden birşeyler bulunabilen bir tarz ile yazılmış, çok güzel şiirler bunlar. Arkasında da Emir Kalkan gibi bir hikaye ustasının tavsiye, övgü satırları ile
baskıdan çıkmış.
Şiirlerinde hemen hiç mutluluk yok. Hep hüzün hep dert. Vatan –millet adına, şehadet-kahramanlık ve yalnız bırakılmışlık adına , Türkün çileli tarihi adına yazılmış, bir güzelin/ güzellerin peşinden söylenen sitemler, ayrılık ve kavuşamama üzerine dizeler ile dolu şiirler var içinde. “Güzellerin ardından” gibi gözüken bazı dizeler, aslında hayatın her noktasına yapılan acı dolu sitem sözleri. Memleket ve millet için güzellerin sembolü üzerinden yapılan acı dertlenmeler. Içindeki çok sık yapılmış olan mı/ mi/ de/ da/ midir gibi eklerin ayrı yazılması gereken yerde bitişik yazılması sonucu olan bazı karışıklıkları farkedip, bunları da , kendiniz düzelterek okuduğunuz zaman manasının altındaki güzellikleri anlayarak içinize malettiğiniz şiirlerden oluşuyor kitap. O kadar hatayı düzeltmek de mümkün. Kaldı ki kitap yazan bir dolu yazarın ihtiyacı olan editörlük sisteminin bizim camiamızın ihtiyacı olduğunu da , bu eksiğimizin de farkındayız zaten.
Kitaptaki yerel kelimelerin/ ifadelerin tadı damakta kalıyor: Deşirmek, bakale, yara deşmek, del etmek, ala çördük…Bu şiir kitabı okunurken aslında edebiyatçılara düşen bir vazifeyi de anladım, Aşık Sefai’nin rakamlar üzerindeki oyun ve hakimiyetini. Kültürümüzde üçler, yediler kırklar…üzerinden yapılan çok sayıda ifade vardır. Rakamların 5-10 000 yıllık Türk tarihindeki yerini, büyüsünü, değerini, sembolik anlamlarını bilmek dışında Sefai’nin burada farklı rakamlar üzerinden de ustaca oyunlar oynadığını görmek beni şaşırttı. Bu rakamlar Sefai’nin rakamları mı kültürümüzde olan ancak benim duymadığım rakamlar mı idi ,bilmiyorum. Ancak hepsinin satırların arasına çok güzel yerleştiğini görmek mümkün. Doktora tezi olur mu bilemem ,ancak üzerinde yazı yazılmayı hakkettiği kesin: Onsekizbin renge senin deseler; kırk kişiydi sır atlılar,;yüzondört gözeden akar dolanır; otuz ırmak bir deryadan görünür; dört kelam çağırır avaresini; bin güzel içinde bire vurgunum; bin yıldan eskisin bir günden yeni; bu toprağın dört bir yanı yatırdı; otuz saray yüzondört köyden geçtim; seksen üç haneyi gezdim dolandım; yüzondört kez beraat verdi yaradan; seni sormak için otuz kapının; bir canı ikiye böldü mü sandın; iki birden üç ikiden büyüktür, üç dört kere suç ikiden büyüktür, kimisi bir etmez kimisi buçuk, acep kırk köprüden alsa nolurdu, sekiz yıllık dokuz aylık karıştı, hükmü ilahidir otuz cüz nerde, yirmidört boy asıldan, onsekizbinlik cihanda, her dokunuş bin ölüm, zaman dokuz başlı ejderha, onsekiz bin odası var kapısını daretme, onsekiz bin alemin kapısında bergüzar, karanlıkta yedi renk karayı seçti gözüm, …
…
Güzel dizelerden birkaçını alıp yazıyı tamamlamak ve okuyucuyu kitaba davet
etmek gerek:
Sefaiyem özü hilal olmalı
Ar edende yüzüm al al olmalı
Sevdiğim yar bana helal olmalı
Diz kırıp da her sofraya çökülmez.
…
Karanlığa el uzanmış
Ölümün eli mi ne
Yapılacak bir çok iş var
Bu gelen deli mi ne…