Gözler ruhun aynasıydı
güya. Sevgi gözlerden okunacaktı. Bir insanın
gözlerine bakınca içinden geçenler anlaşılır
denirdi. Oysa o cansız, ruhsuz bir aynaya
bakınca ne görebilirse şimdi de onun gözlerinde ancak o kadarını görebiliyordu.
“Arkadaş değildiler artık. Birbirlerini tanımıyorlardı bile. Bu korkunç gerçeğin geçmişte tanıdığı, gelecekte tanıyacağı insanlar için de geçerli olduğunu fark etti. Onların da hep böyle karşısında durmuştu ya da duracaktı ve Tom onları asla tanıyamayacağını anlayacaktı tekrar tekrar. En kötüsü de, bir süre için, onları anladığı, tanıdığı, karşısındakiyle kendisinin tam bir uyum içinde bulunduğu yanılgısına kapılmasıydı. Bir an için, bunun bilincine varmanın yarattığı şoka dayanamayacakmış gibi hissetti kendini. Bir nöbet geçirecekti sanki; olduğu yere yığılabilirdi. Çok fazlaydı, her şey çok fazlaydı.”
“…herkesin onu seyrettiğini, dünyanın seyircilerle dolu bir salon olduğunu hissediyor, bu da her an uyanık kalmasını sağlıyordu. Küçük bir yanlış büyük bir felaketle sonuçlanabilirdi çünkü. Yine de yanlış bir şey yapmayacağına emindi. Bu güven duygusu hayatına tuhaf bir nitelik kazandırıyordu. Tom, bir tiyatroda önemli bir rol oynayan ve o rolü kimsenin kendisinden iyi oynayamayacağını bilen bir aktöre benzetiyordu kendini. Hem kendisiydi, hem de değil. Her hareketini bilinçli bir biçimde denetlediği halde, özgürce yaşadığını hissediyordu.”