Kitabı 18. yaşımı bitirmeme günler kala bitirdim ve diyorum ki, ne kadar geç kalmışım öyle.
Finlandiya. Hepimiz namını, "Dünyanın en mutlu insanlarının bulunduğu ülke", "En iyi eğitim sistemine sahip ülke" şekillerinde duymuşuzdur. Durumları böyleyken, bu ülkeler insana sanki hep bu haldeymiş, hiç kötü günleri görmemiş gibi bir izlenim vermiyor mu? Bazen bir şeyin çok iyi hallerini görünce nerelerden gelmiş olabildiğini hiç düşünmüyoruz. Hiç başka ulusların boyunduruğu altında kalmamış, hatta kitabımızdaki gibi yok olmanın eşiğine gelmiş gibi değil; aksine, ortalama bir noktadan hep ileri gitmiş gibi bir imajdan bahsediyorum. En azından bu kitabı okumadan önceki izlenimim bu yöndeydi. Bir de ben elimdeki kitapları, hakkında bir şeyler öğrenip okumayı huy edinmiş biri değilim. Hatta arkalarını bile okumam genelde. Stephen King bir kitabında diyordu ki, "Kitaba keşfedilmemiş bir ülkeye yaklaşır gibi yaklaş. Haritasız gel ve kendi haritanı çiz." Ben de kendimi bir anda sadece adını bildiğim bir ülkede bulmayı seviyorum sanırım ve bu ülkede beni hazırlıksız yakaladı, oldukça hazırlıksız.
Kitap daha ilk sayfasından küçük bir kuzey ülkesinin bataklıktan, beyaz zambaklar ülkesine nasıl dönüştüğünü öyle bir başarıyla anlatıyor ki, o ülkenin eksikliklerinin üzerine düşüp bunları nasıl artı yaptıklarını okumak keyif veriyor. Özellikle artılara çevrilmeye bekleyen eksilerle dolu bir zaman, bir yerdeyseniz.
Bir kitaba ilk yorum yazışım, incelemem bu oldu.
Başka ülkelerde karşılaşmak üzere, iyi okumalar dilerim.