Rusya’dan babası ile kaçıp mülteci olarak Amerika’ ya sığınan Andrew Ryan, Hiroşima ve Nagazaki’ ye atılan atom bombalarını gördükten sonra yeryüzünde yaşayan devletlerden umudunu kesip onlar tüm dünyayı nükleer bir felaketle yok etmeden önce hayalini gerçekleştirmek için kollarını sıvar.
Güvenebileceği insanların, kendilerini özgürce ifade edecek sanatçıların, hiçbir kısıtlama olmadan deneylerini yapabilecek bilim adamlarının ve sadece seçilmiş kişilerin yaşayabileceği, verginin ve devletin olmadığı, sadece serbest teşebbüs ve rekabetin geçerli olduğu, dünya devletleri birbirini yok edene kadar saklı kalacak, Atlantik’ in bir yerlerinde kurulan muhteşem denizaltı kenti mest edici anlamına da gelen Rapture.
Unutmayın tek bir kuralımız var bu kente gelen bir daha yeryüzüne dönemez. Bu kentin varlığı onu yozlaştıracak dünyalılardan gizli tutulmalıdır. Girişinde Andrew Ryan’ ın devasa bir heykeli elinde pankart tutuyordu;
‘’ TANRILAR VE KRALLAR GİREMEZ. SADECE İNSANLAR. ‘’
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarından döşelidir derler. Bu zavallı, deli milyoner de ütopya olarak tasarladığı kentine zamanla neler olup da kabus kentine dönüştüğünü bir türlü anlayamaz.
Basit görünüp derin anlamlar içeren ve etkileyici mesajlar veren bir kitaptı. Sayfaları su gibi aktı gitti. Yazarın betimlemeleri öyleydi ki okurken kendimi tonlarca suyun altında bayağı klostrofobik hissettim.