Mehmet Akif

Bir Kur'an Şairi

Dücane Cündioğlu

Bir Kur'an Şairi Posts

You can find Bir Kur'an Şairi books, Bir Kur'an Şairi quotes and quotes, Bir Kur'an Şairi authors, Bir Kur'an Şairi reviews and reviews on 1000Kitap.
Âkif'in Mısır'a gitmesiyle ilgili çeşitli yorumlar yapılmış kimileri devrimlerden rahatsız olduğunu, kimileri de şapka giymemek için gittiğini söylemiştir. Meselâ Hasan-Ali Yücel, Âkifi hiç fütursuzca "İnkilâb yürüyüşünün döküntüleri" arasında kalmakla niteler: "İstiklâl mücadelesinden sonra Mehmed Akif, cemiyette gördüğü
Sayfa 146 - Kapı, 2013
Şâirimiz (..)Lamartine'in bütün eserlerinin Türkçe'ye kazandırılması için açık davetlerde bulunacaktır: Ne olur, bir hayır sahibi çıksa da bize Méditations'ları, Harmonies'leri, Graziella'ları, Raphael'leri tercüme etse! Tercümeden kaçınsa da Âkif in bu Fransız edibine olan alâkası gerçekten de şaşkınlık verecek derecededir: Sa'di-i Şirazî hakkında ne perestişkârâne bir hürmet beslersem, (...) İbn Fârız'a karşı ruhumda ne büyük incizab duyarsam; (...) cihan-ı şiirin ber-terîn tabakasına yükselen Feyz-i Hindi'ye nasıl hayran olursam; (...) aşkındaki kemâl-i fevka'l-hayal'i duyuran Fuzûli'yi ne kadar seversem, Lamartine'i de o kadar sever, o kadar hürmetle, o kadar iştiyak ile yâdederim. 1936'da "Fransız şâirlerinden Hugo, Lamartine ile, klasiklerle çok uğraştım, Daudet ile Zola'yı fazlaca okudum" diyecek olan Akif'in bu yıllarda neredeyse bütün mesaisini Fransız edebiyatının ustalarını okumaya ayırmış olduğunu düşünmemek için ortada bir sebep yok gibidir: Nihayet Garblıların, bilhassa Fransızların edebiyatını da biraz anlamak için o lisandaki ma'rûf eserleri okurken La Dame aux Camelias'ya sıra geldi.
Sayfa 103 - Kapı, 2017
Reklam
Âkif'in Farsça'ya ve Fars edebiyatına ilgisi çok küçük yaşlarda başlamış ve Farsça'nın hemen hemen bütün büyük şair ve ediblerini ciddi bir sûrette okumuştur. Nitekim dostlarından Vahyi, bu müşahedesini hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde dile getirir: "Görüyordum ki Üstad; Firdevsi'leri, Kisai'leri, Enveri'leri, Hakani'leri, Ömer Hayyam'ları, hele hele Hafız'ı, Sa'di'yi, Mevlânâ'yı, Feridüddin Attar'ları, Senâi'yi kendi hocası gibi tanıyor, biliyor, şiirlerini ezber okuyabiliyordu." Âkifin sadece büyük bir azme değil, aynı zamanda çok güçlü bir hâfızaya da mâlik olması, hiç kuşkusuz onun müteaddid divanlara böylesine vukûfiyet kesbetmesindeki en önemli âmillerden biriydi. Nitekim yakın arkadaşlarından Eşref Edib, Âkif'in hâfızası hakkında bizlere şu bilgileri vermektedir: "Üstad'ın hâfızası şâyân-ı hayretti. Ezberlemiş olduğu şeyler zannetmem ki 10.000'den aşağı olsun. Herhangi mevzů hakkında bir bahis geçse Üstad ona dâir birçok beyitler okurdu. Herhangi kasideden bir parça okunsa altını üstünü tamamlardı. Bütün divanları kimbilir kaç defa tekrar etmişti. Yalnız Türk edebiyatında değil, Arabi, Farisi edebiyatında da böyle idi. Hemen bütün meşhûr kasideler, şiirler mahfûzu idi. Herhangi bir kaside yahut bir rubai, bir beyit okursanız, size onun şairini bile söylerdi. Bunları ne zaman okumuş, ne vakit ezberlemiş... insan hayretler içinde kalır."
Sayfa 83 - Kapı, 2017
Âkif mektepten öğrendikleriyle yetinmeyecek, bir yandan Rüşdiye'deki derslerine çalışırken, diğer yandan Fatih Camii'nde ikindi namazının sonrasında Es'ad Dede'nin derslerine katılarak Farsça'nın önemli klasiklerini kendisinden dinleyecektir: "Mektepte okunan Fârisi ile iktifa etmezdim, Fatih Camii'nde ikindiden sonra Hafiz Divanı gibi, Gülistan gibi, Mesnevi gibi muhalledati okutan Es'ad Dede'ye devam ederdim. Rüşdiye tahsilimde esasen en çok lisan derslerine temayulüm vardı. Dört lisanda da (Türkçe, Arapça, Acemce, Fransızca) birinci idim." 1885'de Rüşdiye'yi, 1888'de ise Mekteb-i Mülkiye'nin İdadi kısmını bitirir. İşte tam da bu yıllarda anlamadan ezberlemiş olduğu Gülistan'daki hikemiyâtın kıymetini farketmeye başlar: "İdadi tahsilini bitirdikten sonra Gülistan'dan ezberimde kalan bazı hikâyeleri, beyitleri hatırlamaya, hatırladıkça o zamana kadar yabancısı bulunduğum bir neşveyi duymaya başladım. Üç-beş sene daha geçince eserin büyüklüğünü hakkıyla takdir eder oldum."
Sayfa 74 - Kapı, 2017
1925'de Kur'an-ı Kerim'in Türkçe'ye tercümesi sözkonusu olunca niçin herkesin aklına Akif isminin geldiği suâli, bütün bu anlatılanlar sonrasında sanırız açıklığa kavuşmuş olmalıdır. Hayatı boyunca mesaisinin büyük bir kısmını Arapça'ya; bu dili öğrenmeye, öğretmeye ve tercümeler yapmaya ayıran Mehmed Akif'in müktesebâti, hiç kuşku yok ki ona Kur'an tercümesi meselesinde -eskilerin tâbiriyle- ferdi asrihi- asrının biriciği) mevkiini kazandırmış, o da bu teveccühe layık olmak için elinden geleni yapmıştı. Binaenaleyh hocası Arap Hafız'ın sözünde bir mübalağa kokusu duymaya kimsenin hakkı bulunmamak icab eder: "Mehmed Akif, asırların nadir yetiştirdiği faziletli bir şairdir. İsteseydi Kur'an'ı nazmen terceme edebilirdi." 1908-1925 yılları arasında yayımlanan Sırât-t Müstakim- Sebilürreşad ciltleri tarandığında, dergi sayfalarının Mehmed Akif'in yaptığı çevirilerle dolu olduğu görülecektir. Bazen kendi adıyla, bazen müstear isimlerle, bazen de hiç isim zikretmeden yayımladığı bu çevirilerin miktarı gerçekten de şaşkınlık verecek derecede yüksektir.
Sayfa 48 - Kapı, 2017
Mehmed Akif'in Arap diline olan vukûfiyetinin derecesini görmek için, bizzât okuduğu ve okuttuğu kitapların yanısıra Türkçe'ye tercüme ettiği metinleri de dikkate almak gerekir; çünkü kendisi ömrünün büyük bir bölümünü bu dilden yaptığı tercümelere ayırmış, Türkçe'ye, Arapça'dan çevirdiği birçok kitap ve makale kazandırmıştır. Âkifin Arapça'dan yaptığı tercümelere geçmeden önce, hayatının 1908-1924 yılları arasına tekabül eden kısmına dâir bazı bilgiler vermekte fayda mülâhaza ediyoruz; zira, bir kısmı II. Meşrûtiyet'in ilânından önce yapılmış olması muhtemel bulunmakla beraber tercümelerinin tamamına yakını bu yıllarda yayımlanmış; şâirimiz, ömrünün geriye kalan son 10 yılını sadece bir tek Kitab'ın, Kur'an'ın tercümesine hasretmiştir.
Sayfa 39 - Kapı, 2017
Reklam
"Dahası var: Tefsirsiz ve izahsız tercümeyi eline geçirenlerden bazı mızrak kafalı cüretkarlar türeyecek - Kuran' in manasını Arapça bilmediğimiz için anlayamıyorduk amma işte tercümesi meydanda. Bizim de akıl ve idrakimiz, bizim de yeter derecede kiyaset ve siyasete vukufiyetimiz var - diyerek pis pabuçlariyla mindere, minbere çıkacaklar ve oradan vaaz edecekler, hutbeler (nutuklar) iradına yeltenecekler. İslam'daki hakiki mana ve maksadı kavramadan irşad yerine ifsada kalkışacaklar. Öyle küstahların önüne ne ile ve nasıl geçilir " Bütün korkularına rağmen Akif, dostlarının ısrarlarına dayanamamış ve kendisine yapılan teklifi kabul etmişti.
Sayfa 145Kitabı okudu
"Arap, Acem lisanlarıyla uğraşacak zamanda değiliz; yalniz akvam-i mütemeddinenin dillerini öğrenelim." teklifinde bulunan zevâta fevkalade manidar bir cevap verir. "Sizin bu teklifiniz, tıpkı coğrafya kitaplarından Asya, Afrika kıtalarını artık kaldıralım demeye benziyor. Akuzum, bizim o mütemeddin akvamın arazisinde bir karış toprağımız yok. Bize orada ne çektirirler, ne de biçtirirler. Biz Asya'da ekeceğiz, Asya'da biçecegiz. Laf anlayan beri gelsin."
Akif, Kuran tercümesini Mısır'da Sultan Mahmud medresesinde müderris Yozgatlı İhsan Efendi isminde bir zâta bırakmıştı. Ölmeden Mısır'a dönerse kendisine geri verilmesini, ölürse bu tercümenin yakılmasını vasiyet etmişti.
Sayfa 194 - KapıKitabı okudu
34 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.