Ölümünden yıllar sonra değeri keşfedilmiş güçlü bir sestir Kate Chopin. Cinsellik, toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk motifleriyle bezeli öyküleri, yaşadığı dönemde geniş bir kesim tarafından “rahatsız edici, dehşet verici, hatta ahlâksız” bulunur. Ancak yirminci yüzyılın ortalarından itibaren feminist hareketin güçlenmesiyle birlikte hak ettiği itibara kavuşur. Hem seçtiği üslup hem de işlediği konular bakımından geleneklerden kopan Chopin, gerçekçi ve doğal bir yaklaşım benimser. Öyle bir yazar ki öykülerini, onları sırf okumakla kalmaz, aynı zamanda dinler, koklar, hissedersiniz. İçine hapsedildikleri sınırları zorlayıp yıkma cüreti gösteren tutkulu kadınları tasvir eder Chopin. Her birinin kendi istekleri, ihtiyaçları, arzuları ve cinsellikleri vardır. Âdeta fırtına olup eser, leylak olup mis kokularıyla açar, delişmen bir nehir olup akar, gece olup karanlığıyla sarar, gün olup rengârenk doğarlar. Geleneğe, otoriteye, ataerkiye isyan eden bu güçlü kadınlar kimi zaman ciddiye alınmaz, kimi zaman deli addedilir, kimi zamansa yaşamın kıyısına sürüklenirler. Yine de tutkularının peşini bırakmadan hayal etmeye, konuşmaya, eylemeye devam ederler. Chopin’in satırlarından taşıp, “güneşin çağrısıyla soluğunu ve kokusunu yeryüzünün ölümsüz yaşamına dahil eden bir zambak misali” yaşamlarımıza dahil olurlar.