Gerçek şu ki din, yeryüzünü düzene sokmak ve insanların hayatını adalet ölçüleri üzerine kurmak için gelmiştir.
Tevhid, insanın nefsini de hayatını da düzene sokan bir ölçüdür.
Basının ve diğer kitle haberleşme araçlarının kadın üzerindeki etkisi yine devam eder. Öyle ki artık kadın herhangi bir ahlaki, sosyal veya başka türden engelin varlığını kabul etmeksizin, hayattan serbestçe yararlanmanın kendisi için bir hak olduğuna inanmaya başlar. Erkekle evlilik ve aile kurma mecburiyeti doğmadan arkadaşlık çerçevesi içerisinde cinsi ilişkiye girme hakkına sahip olduğunu kabul noktasına gelir..."serbestçe faydalanma"dan Bu kaçıncı aya kadar evliliği geciktirmek artık onun hayat anlayışından bir parçadır. Ev dışında çalışmaktan, toplantılarda ve eğlence yerlerinde zarafetini sergilemekten doyuncaya kadar, çocuk doğurmayı geciktirmenin de en tabii hakkı olduğunu kabul eder
Böylelikle bütün bunlar, en azından kadın kamuoyu tarafından benimsenen hatta hem kadınların hem de erkeklerin kamuoyunu yansıtan sağlam kanaatler olarak ortaya çıkar...(yani bunlar <sosyal akl>ın kabul ettiği ilkeler olur.) Bunlara karşı çıkan ise deli veya geri zekalı; o zamanın silip süpürdüğü ve bir daha geri dönmesi imkansız bir takım şartlar çerçevesinde donup kalan dar kafalı bir kişi demektir.
Insan nefsi, fitrattaki bu ahdine sadık kalabildiği gibi, sapa bilir de. Fakat nefis, bu fitri özelliği sebebiyle her zaman bir ilah arayıp durur. O halde insan için ibadet, kaçınılmaz bir şeydir: insan ya Allah'a ya da O'ndan başka bir şeye ibadet eder.
İki insan arasındaki temel fark, birinin ibadet edip diğerinin etmemesinde değil, ibadet ettikleri ilâhtadır: İbadet ettikleri, ibadete layık ve hak sahibi olan Allah mıdır, yoksa bu hususta hiçbir hakları olmayan sahte ilâhlar mıdır?
...Söz konusu fikri emperyalizm, çoğu zaman galibin mağlupların zihnine bu inançları, düşünce ve ideolojileri yerleştirmek sûretiyle ortaya çıkar. Böylelikle mağlup ettiği kimsenin kendisine tâbi olmasını ve otoritesine karşı çıkmamasını garantilemek ister.
Şimdi gelin gerçek vakıaya bakalım ve işin iç yüzünü görmek amacıyla tam bir tarafsızlıkla soralım: "Liberal Demokrasi'de hayatın akışı kimlerin yararınadır? Bundan en büyük ölçüde yararlanan kimdir?"
Komünizm'in dediği gibi, "biricik yararlanan" demiyoruz.
Hiç şüphe yok ki genelde olayların akışı kapitalistlerin yararınadır.
Kapitalizm'in, halka vermek zorunda kaldığı bütün tavizlere rağmen hâlâ aslan payı onlarındır, halk yığınlarına ise kırıntilar düşmektedir.