Kıta Felsefesi Tartışmaları

Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler

Richard Kearney

Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler Posts

You can find Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler books, Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler quotes and quotes, Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler authors, Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler reviews and reviews on 1000Kitap.
Avrupa'nın entelektüel kültüründe Grekler bilimi ve delil mantığım ilk geliştiren halktı. Bunun için onlar kendi yaşayan dillerim, kendi yurttaşlarının konuştuğu, şairlerinin edebiyat dili konumuna yükselttiği dili kullanmıştı. Onlar felse­ fenin teknik diliyle kavgalı değildiler; bu Romalılar için geçerliydi; çünkü yüksek sınıflar Grek kültürünü benimsediklerinde, felsefenin teknik dili onlar için bir ikinci ve yabana dildi. Grek dilini Latinceye dönüştürme problemi geç antikite döneminde, yeni ortaya çıkan Hıristiyan kilisesi öğretilerini Grek felsefesinin yardımıyla formüle etmeye başladığı zaman çok daha fark edilebilir hale geldi. Sonunda bu Ortaçağ skolas­ tiklerinin "mecburi" (forced) mantık kültürünü doğurdu. Onla­ rın kavramlar dili az ya da çok rafine ya da yabancılaşmış form­ larıyla modem felsefenin kavram dilini enforme etti. O zaman­ dan beri Greklerin bize gösterdiği şeyi yeniden öğrenmek, yani yaşayan dilin tahayyül gücünü kavramlarla düşünme için der­ leyip toparlamak görev haline geldi. Bu bizim Grek felsefesini benimsememiz anlamına gelmiyordu; Grekçe'den konuşma di­limizin kavramları aracılığıyla kavramlarla nasıl düşünmemiz gerektiğini öğrenmemiz anlamına geliyordu. Luther çok büyük bir çevirmen olmuştu; çünkü halkın diline büyük ilgi gösteri­ yordu.
Sanat size daha özgür bir toplum ve daha insani iliş­ kiler "imajını" verebilir, fakat bunun ötesine geçemez. Bu an­lamda, estetik teori ile politik teori arasındaki fark ortadan kal­dırılamaz bir farklılık olarak kalır:
Reklam
Felsefenin en büyük erdemi, kendisini sorgulayabilmesi, inşa ettiği şeyi dekonstrüksiyona tabi tutabilmesi, söylediği şeyi geri alabilmesidir. Tam tersine bilim kendi sözünü geri alamaz, kendina ait kavramlara, terim­ lere ya da temellere/ilkelere meydan okuyamaz, onları sorgu­ layamaz; düzenli amaçlı bir biçimde ileri atılır, ilerler. Bu ba­ kımdan bilim dili, hesaplanabilir sembollerden ve formüller­ den ibaret dil olmayan dilini/dilsizliğini (nonlanguage) inşa ederek reddetme girişiminde bulunur.
Artık bugün ilave bir sorunumuz daha var: uluslararası otorite sorunu. Ulus-devletin nasıl işlediğini biliyoruz, fakat devlet de politik otoriteden korkar: sınırlan vardır; mekanı ka­ palıdır. Ulus-devletin iki temel özelliği vardır. Bir taraftan dev­ letin intikamın kötülüklerini kendine mal ederek hazmetmesi gerçeğimiz var. Hegel ve Max Weber'in söylediği gibi devlet şiddet tekelidir. Fakat devletin kararlarım uygulama gücü var, oysa bugün uluslararası toplumun böyle bir gücü yok. Ulusla­ rarası toplum yalnızca iyi niyete, özelikle de büyük güçlerin iyi niyetine güveniyor. Fakat özellikle de tiranların galipler tarafın­ dan yargılandığı yirminci yüzyıl ortalarının büyük suç mahke­ melerinden — Nuremberg, Tokyo, Buenos Aires — sonra ulus­ lararası lobinin sessiz büyümesi söz konusu. Büyük Savaşın ga­ lipleri belirli bir otoriteye sahip bir mahkeme kurmayı başar­ mıştır. Ben bunun yeni bir fenomen olduğunu düşünüyorum. Ceza hukukunun bütün yerküre için geçerli olduğu fikri. Pinochet davasında olduğu gibi diğer devletlerin tümünün ilk kez Şi11 devlet sınırları içinde vukubulan şey hakkında bir şey söyle­ me hakkına nasıl sahip olduklarım görüyoruz. Neden? Çünkü ulus-devletin egemenliğinin mutlak bir egemenlik olmadığım kabul ediyoruz; kuralları kendisi için bağlayıcı. Egemen devle­ tin ilk kuralı bütün üyeleri için güvenlik sağlamaktır. Tiranlıklarda devlet bu güvenliği sağlayamaz ve dolayısıyla bu başarı­ sızlık başka bütün devletlere müdahale hakkı verir. Bugün dev­ letlerin işlerine uluslararası müdahale hakkınız var. Bu egemen­ liğin dışardan sınırlanmasını gerektirir.
Mesela depresyona girdiniz. Heideggerd bir filozofa gidersiniz ve o size bunun angst/endişe/kaygı oldu ğunu söyler; bu ontolojik ölüme-dönük-oluş tecrübenizdir yoksa ontolojik/ varoluşa ilişkin bir kriz mi olduğu konusunda bir tartışma değildir. . Psikofarmakoloji terapistine gidersiniz, size prozak verir. Bu o şeyin doğru ya da yanlış olduğunu söyleme sonmu değil. Ben bu noktada Julia Kristeva'mn haklı olduğunu düşünüyorum.
RK: Fakat différance olarak, dilin açılması olarak dekonstrüksiyon okuma zevkine, bir edebiyat metninin canlı dokusunu farketmemize katkıda bulunabilir mi? Veya o yegane entelektüel önyargılarımızı bulma, ifşa etme ve gözümüzü alışkanlığa dönüşmüş okuma illüzyonlarımıza açma stratejisi midir? JD: Dekonstrüksiyon arzu verdiği için haz verir. Bir metni dekonstrüksiyona tabi tutmak onun nasıl arzu olarak, sonu gelmez şekilde ertelenen bir mevcudiyet ve tatmin arayışı olarak görev yaptığını ifşa etmektir. Kimse kendisini dilin arzusuna, eksikliği hissedilen şeye ve kendisi dışındakilere açılmaksızın okuyamaz. Belirli bir metin sevgisi olmaksızın hiçbir okuma mümkün değildir. Her okumada okur ile metin arasında bir corps-à-corps, okurun arzusu ile metnin arzusunun buluşması söz konusudur. Haz buradadır ve bu, dekonstrüksiyonun genellikle suçlandığı tatsız entelektüalizmin tam tersidir. Paris, 1981
Sayfa 181 - ParadigmaKitabı okudu