Albert Camus ve Jean Paul Sartre, 20. yüzyılı şekillendiren temel düşüncelerin bütün açıklığıyla tartışıldığı bir döneme damgasını vurmuş, iki büyük düşünür ve eylem adamıdır. İkisi de Nobel ödüllüdür; ikisi filozof edebiyatçı kuşağının tartışmasız en büyük isimleir arasındadır. Düşün tarihine yaptıkları katkı, büyük bir inançla savundukları ve eyleme dönüştürdükleri fikirleri sadece kendi dönemlerini değil, kendisinden sonrakileri de düşündürmüştür.
Ronald Aronson'un değerli çalışması, bu düşünür-yazarların sadece fikirsel ve eylem dünyalarındaki yolculuğunu, birbirleriyle ve düzenle olan kavgalarını içermekle kalmaz; onların öze hayatlarındaki çatışmaları, arkadaşlıkları ve aşklarını da bütün detaylarıyla anlatır. Kitabı okudukça onların ve bir grup insanın, hemen yanıbaşımızda bağıra çağıra tartıştıklarını duyar gibi oluruz.
Camus, hayatın anlamsızlığına rağmen, kendisine şiddete izin vermeyen bir yol haritası çizmeyi başarırken; Sartre, filozofça zekasının bireyin yeniden doğuşunun ideolojisini kurmakta ve ezilen toplumların özgürlük micadelesini kullanır. Kim hakılıdır peki? Sanırız ki bu soru ebediyen tartışılacaktır.