…hâkim olamadığımız kısacası kontrolümüz altına alamadığımız her şeyden korkuyoruz. En aciz ve zayıf olanlardan bile… Burada bizi korkutan asıl şey onun gücünden ve niteliğinden çok, bizim kontrolümüzde bulunmuyor olması...
Dünyada yaşamanın ve mutlu olmanın yolu, kendim gibi olmayanı sevmeyi bilmekti. Siyah renk olmadığı durumda beyazın, karanlık olmadığı durumda aydınlığın ne kıymeti olurdu.
Psikolojik sorunları olan genç adam Fırat'ın, abisinin onun kalması için kiraladığı evde yaşadıklarının anlatıldığı kısa bir psikolojik roman. Novella demek daha mı doğru olur bilmem. Sudan korkan, suya adeta düşman olan Fırat'ın yaptıkları roman boyunca ona dışarıdan bakan okuyucuya saçma gelse de Fırat'ın böyle olmasının tabii ki bir nedeni vardır ve bu neden romanın sonunda açıklanır. Romandaki karakterler çok canlı çizilmiş, yanıbaşınızdalar gibi. Kurgu da başarılı. Sonunda okuyucunun tahminlerini boşa çıkarıp bizi şaşırtmayı başarmış. Anlatım olarak klasik tahkiye tekniğini ve kronolojik anlatımı benimsemiş. Bu konu modernizme has anlatım teknikleriyle çok daha güzel işlenebilirdi. Yani iç monologlar, iç diyaloglar, bilinçakışı, flashback gibi bir sürü teknik uçuştu kafamda okurken. Çok güzel olurdu dedim. Sadece kişisel beğenimden dolayı değil, konu bu teknikleri kullanmaya çok çok müsait, güzel bir konu. Yoksa ben kişisel olarak postmodernist romanları da çok severim ama bu konu postmodernizme pek gitmez. Fakat sadece olayların ve anlatıcının düşüncelerinin anlatımının dışına çıkılıp farklı teknikler kullanılabilirdi. Bu bir kusur mu? Bilemedim. Yazarın bilinçli tercihi olabilir. Sonuç olarak ilk kitap için başarılı.