"Yani demek istiyorum ki, üzülüyor musun?"
"Hayır. Aynı şeyi bir daha yapar mıydım? Evet."
"Bir başkasıyla mı, onunla mı?"
Therese, "Onunla," dedi. Ağzının ucu bir tebessümle yukarıya doğru kıvrıldı.
"Ama sonu fiyasko oldu."
"Ondan sonra Abby'ye âşık olduğumu anladım. Bilmem ama, buna neden aşk demeyelim, aşka özgü her şey vardı. Ama sadece iki ay sürdü. Gelip geçen bir hastalık gibi."
Ve Therese bu yaptıklarının doğru olup olmadığını sormak zorunda değildi, bunu ona kimse söyleyemezdi; çünkü bu asla daha doğru ya da daha kusursuz olamazdı.
Therese, “Senin adın ne?” diye sordu. Önadın yani?”
“Adım mı? Carol. Lütfen bana hiçbir zaman Carol deme.”
Therese de “Th” harflerinin üstüne basa basa, “Sen de bana Thereese deme,” dedi.
“Nasıl telaffuz etmemi istersin? Therese mi?”
“Evet. Şimdi söylediğin gibi.” Carol onun adını Fransızlar gibi Terez diye söylüyordu. Therese de adının on-on iki farklı söylenişine alışıktı, bazen kendisi bile değişik biçimde söylüyordu. Carol’ın telaffuzunu beğendi ve adını söyleyen dudakları hoşuna gitti. Eskiden ara sıra ve belli belirsiz duyduğu sonsuz bir arzu, şimdi belirgin bir istek olarak ortaya çıkıyordu.