Eskinin gerçek insanları yaşamı sevmenin ya da ölümden nefret etmenin ne olduğunu bilmezdi. Onlar doğuma sevinmez, ölümü geciktirmeye çalışmazdı. Gelmeyi umursamazlar, gitmeye de aldırmazlardı. Hepsi buydu. Kendilerinin nereden kaynaklandığını unutmazlardı, oraya dönüşlerini araştırmaya da çalışmazlardı. Yaşamı tatlılıkla kabul etmişlerdi; yeniden yapılanmalarını (sonu) çıdamla beklerlerdi. Buna yüreğin Taodan sapmasına izin vermemek, doğal olana insan araçları katmamak derler.
Chuang Tzu'nun karısı öldüğünde, arkadaşı Hui Shih onu teselli etmek için geldi. Kendisini şaşırtan bir şekilde Chuang Tzu'yu yere oturmuş, şarkı söyler bir halde buldu. Karısının ölümü karşısında niçin bu kadar acımasız olduğunun sorulması üzerine, Chuang Tzu şöyle dedi: "O öldüğünde, etkilenmekten kendimi alamadım. Ancak sonra, meseleyi ta başlangıcından araştırdım. Başlangıçta o, hiçbir şeydi, bir şekle, hatta bir öze sahip değildi. Ancak her nasıl olduysa, sonra onun özü, sonra şekli ve sonra da hayatı var oldu. İmdi, daha ileri bir değişmeyle o, öldü. Bütün süreç dört mevsimin, ilkbahar, yaz, sonbahar ve kışın ardarda gelmesi gibidir. Bu yüzden o, büyük evren konağında yatarken, benim için ağlayarak ve göz yaşı dökerek dolaşmak, tabiatın yasalarından habersiz olduğumu ilan etmek olacaktır."
"Şeylerin yaşamı, dörtnala koşturan bir at gibi geçer gider, her an, her saat değişir. Birinin yapması ya da yapmaması gereken nedir? Bırak değişimlerin çarkı kendi kendine dönsün!"
"Tükenme, yenilenmeye yol açar. Son, yeni bir başlangıcı ortaya çıkarır. Bu, özdeğin varoluşunun yasasıdır. Dilin gücü, bilginin erimi bu varoluşun sınırlarının ötesine geçemez. ... İnsan düşüncesi burada durur."