Cumhuriyet ve Antropoloji kitaplarını, Cumhuriyet ve Antropoloji sözleri ve alıntılarını, Cumhuriyet ve Antropoloji yazarlarını, Cumhuriyet ve Antropoloji yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eğer konuyla ilgilenen varsa gerçekten eşsiz bir kitap. Kitap içinde kitap hatta. Genelde 10 puan verdiğim kitap pek azdır. Bu gerçekten 10 Cumhuriyet dönemi ve Antropolojinin önemi, Atatürk gerçekten ne büyükmüş dedirten bir kitap.
Mu efsanesi 1920'lerin ikinci yarısında doğdu. Ancak en fazla yankı uyandırdığı ülkelerden biri Türkiye oldu. 30'lu yıllarda Türkiye'de antropolojinin ardından arkeolojiye olan merak, "ne bulursan koy sepete” anlayışıyla kimi kez fantastik fikirlerin de peşi sıra gidilmesine neden oldu. Arkeoloji ezoterizme en yatkın bilim dalıydı. Ezoterizm derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstat tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesiydi. Bu nedenle ezoterik bilgilere çoğu kez inançla varılabiliyordu.
Ulus dilinde kolaylıkla muadillerini bulmak ya da yaratmak mümkün olduğu halde, yabancı sözcükleri kullanmaya sevk eden en büyük amil, sözcük aramak, terim yaratmak konusunda tembellik ve dilin saflığı sorununa karşı kayıtsızlıktı.
Sosyoloji ve hukuk, tarihle birlikte Cumhuriyet Türkiyesi'nin üçlü sacayağını oluşturacaktı. Her ne kadar Charles Seignobos İkinci Meşrutiyet yıllarında çevrilmeye başlanmışsa da, yaygın bir okur kitlesine ulaşması ancak Cumhuriyet'in ilk yıllarında gerçekleşecekti. Bunda Ali Reşad'ın bu yıllarda tarih camiasında etkinliğinin artmasının önemli bir rolü vardı. Emile Durkheim'in etkisi ise en azından 60'lı yıllara kadar sürdü. Aydın kesim 60'larda Karl Marx, 70'lerde ise Max Weber ile tanıştı. Sosyoloji klasiklerinin üçlü sacayağı böylece tamamlanmış oluyordu. Ancak, 80'li yıllarda post modern dalga klasikleri gömecek, Foucault ve Derrida ile birlikte akademik çevre yeni ufuklara açılacaktı.
1908 Devrimi'ni gerçekleştiren, Milli Mücadeleyi de götüren asker kadroların zihinsel evrimine, okudukları kitaplara, düşünce yapılarına bakıldığında, Avrupa'daki gelişmelerin farkında oldukları anlaşılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde en geniş coğrafyayı tanıyanlar askerlerdi. Trablusgarp'ta, Galiçya'da, Kafkaslarda, Arabistan çöllerinde savaşan bu insanlar kan ve barutla yoğrulmuş bir dünyanın gerçeklerini bilfiil yaşamışlardı.
Aslında "Rönesans Türkçüğü"nün romantik dönemi Cihan Harbi ile son bulmuştu. Dünya ölçeğindeki bu savaş sonrasında köklü dönüşümler yaşanmıştı. Batı'da 19. yüzyılın romantizmi sona ermiş, kapitalizm ve demokrasi, hatta dinsel inanç çöküntüye uğramıştı. Tanrı'ya inananlar, Cihan Harbi gibi bir insanlık dramını bir türlü izah edemiyorlardı. Savaş, inançları da büyük ölçüde köreltmişti. Kimi çevrelerde Tanrı sorgulanmaya başlanmıştı. Türkiye'deki laiklik sürecinin bir nedeni de o sırada anti-klerikal hareketin tüm dünyada yaygın olmasıydı. Saltanatın ve hilafetin kaldırılmasında, Milli Mücadele'deki Istanbul'un tutumunun yanı sıra dünyada din alanında yaşanan travmanın da rolü vardı. Eğer savaş sonrası geçmişe dönüş gündemden tamamen silinecekse din konusunda da köklü bir tavır koymak gerekecekti.