''Latin sanatı (etkin sadelik) ile Alman sanatı arasındaki fark, çalışmayı yaratıcı kıvılcımdan ayırdedemeyecek kadar sistemleştirilmiş ve ağır araştırmaların sonucu, kendiliğindenlikle tanımlanır. Fışkıran, varoluşun öğeleri arasına yerleştirilen yapıt.''
''Tablo geometrik açıdan paralel olduğu saptanmış iki çizgiyi bir tuval üstünde, gözlerimizin önünde, yeni koşullar ve olanaklar doğrultusunda aktarılmış bir dünyanın gerçekliğinde buluşturma sanatıdır.''
''Böyle doğdu DADA, bir bağımsızlık, topluluğa güvensizlik gereksiniminden. Bize bağlı olanlar özgürlüklerini korur. Hiçbir kuram tanımayız biz. Kübist ve fütürist akademilerden, o biçimsel düşünce laboratuvarlarından bıktık. Para kazanmak ve kibar burjuvalara dalkavukluk etmek için mi yapılır sanat? Kafiyelerde para şıngırtısı duyuluyor, tonlamalar göbek kavisi boyunca kayıyor aşağı. Bütün sanatçı grupları, başka başka kuyruklu yıldızlara binerek sonunda bu bankaya vardı.''
Güçlerin biriktiği, dile getirilen anlamın fışkırdığı noktaya, maddenin görünmez ışınımını, doğal, ama saklı ve doğru ilişkiyi, safça, açıklamada bulunmaksızın, doğrultmak...
ağlayıp sızlanma yürüyüşü yavaşlatır. Geçmiş çağların rutubeti. Gözyaşlarından beslenenler memnun ve ağırdır,ruhlarının gerdanlıkları ardındaki yılanları yanıltmak için bürünüyorlar o gözyaşlarına...
"Benden önce insanların varolduğunu bilmek bile istemem" ( DESCARTES),bir takım temel ve basit yasalar, sağlam bir toprağın acınası ve boğuk mayalanması hariç...
Felsefi kırkayaklar, Hakikat - Gerçeklik istasyonları arasında, tahta ya da metal bacakları, hatta kanatları kırdılar. Ele avuca gelmez bir şey vardı hep:YAŞAM...
Şimdi istediğimiz şey KENDİLİĞİNDENLİK. Daha güzel olduğundan ya da başka şeylerden daha iyi olduğundan değil. Kurgusal düşüncelerin müdahalesi olmaksızın içimizden özgürce çıkan her şey bizi temsil ettiğinden...