Kahramanımız Hebo, serinin bu ikinci kitabında, gizli sığınağın izini sürmeye devam ederken, dereyle ve doğayla olan ilişkisi de giderek daha sıkı bir hâl almaya başlıyor.
Uzaklara, çıplak ayaklarını bastığı toprağa, avuçlarından kayıp giden gümüş rengi balıklara, uçsuz bucaksız gökyüzüne, Maralı’nın gözleri gibi ışıldayan yıldızlara, kısaca tüm doğaya duyduğu sevgi, Hebo’yu evrenin müziğiyle tanışıklığa götürürken, aynı zamanda ona sonsuz bir gizemin de kapısını aralıyor.
Annesinin hastalığıyla başlayan ve yüreğini daraltan hüzünlü günler…
Kafa dengi bulduğu Derviş’le hayatına açılan yeni pencere…
Ve dağlardan, bulutlardan bile yüksek bir yerlerden gelip, küçücük dünyasını dostlukla dopdolu kılan Maralı…
Bütün bunların üstüne Hebo, kendisine korku, heyecan ve merak duygularını bir arada yaşatan Mustafa’yı tanıyor. Sırrını kimselerin çözemediği Beylerin Mustafa’yı…
Kitaptan Alıntılar
Deredeki taşlar saymakla bitmez. Her biri ayrı büyüklükte
milyonlarca, milyarlarca taş… Biz, sadece suyu akar
görürüz ama altta, daha ağır da olsa, taşlar da akar durur.
Akarken birbirlerine dokunurlar; büyük küçüğe, hafif
ağıra, hızlı yavaşa dokunur, çarpar gider. Çakıllar ve
kumlar da ayrı bir ton verir bu melodiye. Onların mırıltısı
da eklenir, apayrı bir renk katar kesintisiz ahenge.